Monday, July 20, 2015

İnsan Taşımacılığı


IETT'nin efsanevi ve de iddialı sloganıdır: "Biz İnsan Taşıyoruz".

Tam da bayram ertesinde nedense "İnsan Taşımacılığı" üzerine yazma isteği doğdu. Acaba neden ola ki?! [Spoiler: Bu yazı bol miktarda atar/gider/sinir/serzeniş içermektedir.]

Bayram demişken; gecikmeli de olsa herkese iyi bayramlar diliyorum. Umarım, mutlu huzurlu geçmiştir bayramınız.

Dönelim konumuza... 
Bir yerlere giderken, gerçekten "insan" gibi taşındığınızı hissediyor musunuz?
Çoğu senaryo için cevap, maalesef hayır. 
Kastım sadece şehir içi, özellikle büyük şehirlerdeki toplu taşıma değil. Acı da olsa, ona artık bir şekilde alışıldı. Nüfus yoğunluğu, bir yerlere yetişme telaşı vs. Bir şekilde göz yumuluyor. Fakat, dikkat çekmek istediğim nokta, şehirler arası ulaşım. Eski dönemlere kıyasla, hem günümüzdeki araçlar daha modern, hem seferler daha sık. Ama yine de eksik olan birşeyler yok mu?

Bayram arefesinde Bolu Dağındaki otobüs kazasını duymuşsunuzdur. Kim bilir kaç aile bayrama gözü yaşlı girdi. Sebeplerine bakılıyor. Ek seferler, uykusuz şoförler, yetişebilmek (sözüm ona insanları sevdiklerine yetiştirebilmek) için aşılan hız sınırları, bir başka otobüsü geçmek için girilen yarışlar..vs. Otobüsler ne kadar teknolojik olursa olsun; gerekli planlama yapılmadıktan sonra, ölen insanlara ve yakınlarına ne faydası oldu sizce?


Keza hava yollarına bakalım. Bolu Dağı örneğine kıyasla, kesinlikle daha avantajlı. Eskiye nazaran firmalar da arttı. Rekabet dolayısıyla bilet fiyatları daha makul. En azından, havada herşey süt liman olmalı, değil mi? Sizi düne [bayram tatilinin son gününe] götürmek istiyorum. Pek çok kişi gibi ben de rötar yapan bir uçağın sakini olarak, havalimanında epey vakit geçirmek durumunda kaldım. Güya, artık çok zenginleştik, rahatlıkla uçaklara binebiliyoruz. İnsanlar durmadan söyleniyorlar, telefonla birilerine dert yanıyorlar. Kulak misafiri oldum. Gecenin 12'sinde hala uçak beklerken, yarın sabah nasıl işe gideceklerini düşünüyorlar kara kara. Çocuklu ailelerin durumu daha vahim. Yaşlısı, hastası... Halbuki, bu insanlar daha saatler evvel güzel bir bayramı ve tatili geride bıraktı. Ailesini, eşini, dostunu görüp hasret giderdi. Daha evine, işine dönemeden bu kadar sinir harbine kapılacaklarsa neden tatil yaptılar? 

Kusura bakmayın da hava/kara trafiğini hesaba katmadan fütursuzca seferler konulacağına, varsın biletler daha pahalı olsun. Daha az bir yerlere gidip/gelelim. Hem belki böylelikle görüşmelerin/buluşmaların da kıymeti artar, hem de daha az insanı kaybetmiş oluruz. 

Monday, July 13, 2015

Limonata'lı Kadıköy REXX

18 Mayıs'tan [hiç yazmasaymışım!] ertelemeli bir yazı ile burdayım. Merhaba!

Bu sene resmi tatillerin Salı ya da Perşembe gibi haftasonuna bağlanabilir güzel günlere denk gelmesi, yıllık izini olmayanların yüzünü güldürdü. [haber spikeri cümlesi gibi oldu :P] Hem biraz nefes alma/gezme/tozma olaylarına girebildik, hem de okul projeleri için de boş vakit kazandık. Gelin, gecikmeli de olsa 18 Mayıs'a dönelim, beraber Kadıköy'e gidelim ;)

Öncelikle sorayım, Limonata'yı izlediniz mi/izleyebildiniz mi?



Ali Atay bu sene ilk yönetmenlik deneyimi olan Limonata diye bir film çekti. Senaryosunu Ertan Saban ile ortaklaşa yazdığı ve de sevgili Serkan Keskin ile Ertan Saban'ın başrolleri paylaştığı.

Bu kadronun isminin geçtiği tüm işleri izleme gönüllüsü olduğumdan, tabi ki gidip sinemada görmeliydim! Fakat, malumunuz sinema sektöründe acayip bir takım işler döndüğü için bazı filmler uzun süreli vizyonda kalamıyor. Bu durum Limonata'nın da başına geldi. Hatta ben, "ha gittim ha gideceğim" derken, bir baktım sadece Kadıköy Rexx'te kalmış. Hazır tatilken, apar topar yola düştüm.

Thursday, July 2, 2015

Ne Var Ne Çok? - 2

Yeni bir Ne Var Ne Çok? yazısından merhaba!

Tam da "tam gaz başladım, böyle devam ederim" derken; hastalandım. Minimum enerjiyle sürdürdüğüm günler boyunca daha Ramazan Geldi’yi yazamadan, Temmuz da çıktı geldi. Hoşgeldiler, sefalar getirdiler. Güzel karşılayabilmeli, güzel değerlendirebilmeli.

Ağrıdan kıvrandığım bir zaman dilimi, doktor kökenli yazar/şair/tv programcısı olan Senai Demirci’nin bir tespitine denk geldim. Acil servislere gelen hastaların ağrısını, özellikle hemen gidermezlermiş. Çünkü o ağrı sayesinde hastalığın asıl kaynağını öğrenebilirlermiş. Halbuki hemen ağrıyı kesip hastayı eve gönderseler, belki de çok önemli bir hastalığın teşhisine engel olacak. İşte dünya ağrısı da bu şekilde aslında. Dünyada çektiğimiz ağrılar; bize ölümlü olduğumuzu hatırlatmak, bugünümüzü değerli kılmak için var. Hani bir laf vardır ya; “neren ağrıyorsa, canın orada”. İnsanız, bu yüzden de sağlığın değerini ancak bozulunca anlayabiliyoruz.

Bu kadar çok “ağrı” üzerine konuştuktan sonra, Ramazan temasından fazla uzaklaşmadan yeni keşfimi takdim edeyim: Ramazan Güzeldir!



2009 yılında Ramazan’a özel hazırlanmış, 30 bölümlük mini bir komedi dizisi. İsmine ve temasına bakıp ön yargılı olmamak lazım kesinlikle. Gerçekten güzel bir komedi dizisi. Kadro oldukça güçlü. Senaryo ve yönetmenlikler, Selçuk Aydemir ile Burak Aksak ikilisine ait. Bir nevi, çıraklık eserleri. [Bilmeyenler için ara not; Selçuk Aydemir ile Burak Aksak kuzenler. Ve piyasadaki işlerini gözden geçirince ortak bir mizah kabiliyetine sahip oldukları görülebilir.]

Yine bir mahalle dizisi. Birbirinden orjinal mahalle sakinleri üzerinden Ramazan anlatılmış. Halkın gözünden yanlışıyla, doğrusuyla, batıl inançlarıyla, klişeleriyle ve tabi güzellikleriyle...

Henüz birkaç bölüm izledim. Şunu söyleyebilirim ki; bu dizi, gelecekte imza atacakları yapımlar için başarılı bir pilot uygulama olmuş. Spoiler vermemek adına, direk örnek vermeyeceğim. Ama bu dizide yer alan karakterlerin bir çoğu (hatta aynı isimleri kullanarak), yıllar sonra Leyla ile Mecnun/Kardeş Payı/İşler Güçler’de karşımıza çıkacaklar ;) Adeta, karakterlerini bu dizide test etmişler Selçuk Aydemir ile Burak Aksak. 




Ramazan’dan girdim Adapazarı’ndan çıkayım. Ben oraya kısaca yeşil yer diyorum. Büyük şehirde karmaşa içinde yaşadığımızdan mı bilmiyorum. Senede birkaç haftasonu da olsa orada geçirmek, cidden iyi geliyor bünyeme. Duyularım filan yenileniyor sanki. Yıllar önce çektiğim birkaç fotoğrafı paylaşmak istedim. Daha ne kadar arşivimi sömürmeye devam edeceğim merak ediyorum. Bir ara boynuma makinemi takıp, fotoğrafa çıksam fena olmayacak!


Bu sabah serviste bu yazının içeriğini düşünürken ansızın aklıma gelen bir yazı var. 14 Şubat’ta Deniz Tan’ın Tamamen Atıyorum blogunda okumuştum. Onu da eklesem diye bloguna girdiğimde, yeni bir çocuk kitabının yayınlandığını gördüm. Kitabın yayınlandığı dönem, aynı zamanda anne de olunca duyurusunu yapamamış. Çok güzel iki duygu bir arada! Tebrikler Deniz Hanım. 

Acemi Köpek Balığı, köpek balığı olmayı arzulayan bir küçük balığın hikayesiymiş. Glug, glug... Sizce de çok sevimli değil mi kapağı?

Bahsettiğim yazı ise: http://tamamenatiyorum.com/2015/02/14/kisisel-gelisim/

“Kişisel gelişim kitapları okuyup, bir yerlerde bıraktığımız kendimizi yeniden bulmaya çalıştığımız zamanlardayız şimdi. Mutlu olmayı unutup mutlu olmayı bize hatırlatacak gurular aradığımız… Yaşamın ne olduğunu unutup yaşamı hatırlamak için uğraşlar savurduğumuz. Ne bileyim, basit şeylere prim vermeyip, en önemli şeylerin o basit şeyler olduğunu bize hatırlatsın diye etraflara paralar saçtığımız.”

***

Bir Ne Var Ne Çok’un daha sonuna geldik efenim. Sevgiler, mutluluklar, sağlıklı günler ;)