Sunday, March 29, 2015

Musa Özsarı'nın 2. Yıl Çekilişi

Merhabalar,

Yine bir çekiliş haberi ile karşınızdayım :) Sadece çekiliş ve kampanya duyurmaya karar vermedim, maalesef bu aralar yazmaya vakit bulamıyorum. Lütfen yanlış anlaşılmasın :)



Sevgili Musa Özsarı blogunun 2. yaşını kutluyor; ki kendisi benim çekilişimin talihlisidir. Ben de hem onun çekilişine katılmak hem de sizlere duyurmak için bu postu yayınlıyorum.

Çekilişinin hayırlı, uğurlu olması ve hak edenin kazanması dileklerimle :)

Çekiliş metni ise şöyledir:


‘’Blogum musaozsari.wordpress.comun 2. Yılına özel çekilişimde sizlere hediyeler sunmak istiyorum. Kitapları çok seven birisi olarak, 1 kişiye Yusuf Atılgan ÖyküleriDeğirmenDokuza Kadar OnYazar OlmakDokuzuncu Hariciye Koğuşu kitaplarını ödül olarak göndereceğim. Siz de bu kitaplara sahip olmak istiyorsanız bu linkten çekiliş katılım bilgilerine ulaşabilirsiniz.’’

Monday, March 23, 2015

Güne/Haftaya/Yeni Bir Hayata Merhaba: Bak Hayatına!

Bu fotoğraf, benim yeni hayatımdaki ilk günümün ilk karesi. Bilhassa, kişisel tarihime şerh düşmek amaçlı çekilmiştir.




"Dünyayı değiştiremiyorsan, dünyanı değiştir."

Ne hoş bir söz değil mi? Yanılmıyorsam, 2004 yapımı Fatih Akın filmi, Duvara Karşı'da geçer. Hani durmadan ağlayıp, sızlayan, bir şeylerden şikayet edip de düzeltmek için en ufak bir hamlede bulunmayanlar için söylenmiş adeta. İşte ben de bu kitleye dahil olmamak için kendimce bazı hareket planları oluşturmuştum.

2. Yaş Yazımı okuyanlar bilirler. Burada da biraz bahsetmiştim: "Birşeyi gerçekten çok istediğin zaman, tüm kainat bu arzunu gerçekleştirmen için çaba sarfeder"miş. Gerçekten de öyle oluyor! Bu zihniyetle, çabaları takip ederek çıktığım yolun ilk round'u, yeni okulumdu. Sonraki round, yeni iş oldu. Geçmişim, alışkanlıklarım, hayallerim, emeklerim... Her şeyi tek bir beyaz kağıda sığdırıp sonuna bir nokta koydum, teslim ettim. Bembeyaz bir son, bembeyaz bir başlangıç. 

Uzun lafın kısası, bir "nokta" koymak o kadar da zor değil sevgili arkadaşlar. Adı üstünde mini minnacık noktacık. Yeter ki; başkalarına zarar vermeden, hak yemeden, güzellikle konulmuş olsun. Sonra bir bakıyorsun... Sen henüz gelmeden bir kaç gün önce tüm kadınlara dağıtılmış sümbüllerden bir tanecik artmış, bir masanın üstünde manzarayı seyredip kahvesini yudumlayarak senin başlamanı bekliyormuş :) Şimdi gel de bu sümbülün fotoğrafını çekme!

Herşeyin en iyisi, en hayırlısı...

Bu da yeni haftanın şarkısı olsun: Teoman - Bak Hayatına



Tuesday, March 10, 2015

Misafir Kalem: Zihnin Arka Sokakları A-fe-de Hali'nde!


Merhabalar,

Şarkı Meydan Okuması'ndan bu yana ve hatta biraz daha öncesinden beri, hafif bir duraklama dönemine girdiğimin farkındayım. Eskisi gibi hikayelerimle, filmlerle, kitaplarla, müzikle dolup taşmıyor A-fe-de Hali. Hayat bu. Bazen yavaşlıyor, bazen hızlanıyor, bazen dolu dolu geçiyor ama buraya yansımıyor. Aslında, her gün birşeyler değişiyor muhakkak. Kiminin farkındayız, kiminden bihaber. Neticede nefes alıyoruz, yaşıyoruz ve hayat devam ediyor.

Bu felsefik girizgah denememden sonra, asıl meseleye geleyim :) A-fe-de Hali, değerli bir "misafir kalem" ile durgunluktan çıkma yolunu seçti. Hem müzikli bir sohbet ile ritm kazanmak için, hem de henüz tanışmamışlara naçizane bir tanıtım olsun diye... Zihnin Arka Sokakları 
A-fe-de Hali'nde!


Kimdir Zihnin Arka Sokakları?

Ben, O'nu Kitap Meydan Okuması ile tanımıştım. Sonrasında yayınlarını takip ve nihayetinde Şarkı Meydan Okuması ile pekişen bir blog arkadaşlığı kuruldu.

Zihnin Arka Sokakları, müzik ile harmanlanmış bir hayatın blog dünyasındaki yansıması. Zihin'in blogunu takip etmeyi, arka sokaklarında dolaşmaya benzetirim. Çünkü yüzüyle, kimliğiyle ön planda olmaktan ziyade; sahip olduğu değerleri, keyif aldığı uğraşları ya da rahatsızlık duyduğu meseleleri ön planda tutup, bunlarla var olmayı tercih eder kendisi. Yani, yolda görsek tanımayız muhakkak :) Ama diğer yandan da, bu sokaklarda dolaşırken yakın bir dostunuzla sohbet ederken içtiğiniz kahvenin tadı damağınızdadır.

O ise şöyle tanımlar kendisini:

"Kimseye yaranma derdi olmayan, sessiz sedasız kendince yaşamaya çalışan bir çocuk. En büyük tutkusu ise müzik. Ama kitap okumaktan da geri durmuyor. Sinemadan da az buçuk anlıyor. Ne yazık ki resimden anladığı söylenemez. Bir gün öleceğinin farkında. En çok ölümden değil, yaşamdan korkuyor. Tek çıkış yolu ise öze dönmek. Sevapları ve günahlarıyla karşınızda bildiğiniz Zihin."

Neden Müzik?


Şarkı Meydan Okuması'nın bitiminden sonra Zihin'e bir soru yöneltmiştim. "Neden Müzik?" Ve hatta bu vesileyle bloguma misafirliğe çağırmıştım. Sağolsun beni kırmadı ve "Neden Müzik?"in yanıtlarıyla donattığı yazısıyla çıktı, geldi. Hoşgelmiş, sefalar getirmiş.

Niçin Müzik Dinliyoruz?

Açıkçası bu soruyu çok daha öncesinde kendime sormalıydım. Hayatını bir şekilde müzik üzerine kurgulamış bir insan olarak bir gün olsun durup kendime sormadım, “neden müzik?” diye. Kolaylıkla verilebilecek bir yanıtı da yok gibi işin kötüsü. Sahi bizler neden müzik dinliyoruz?


Şöyle bir düşününce aklıma gelen ilk cevap, “çünkü hayatın bir ritme ihtiyacı var” oluyor. Yemek yerken, spor yaparken, ofiste çalışırken ve daha birçok eylemi gerçekleştirirken bizi arkadan itecek bir kuvvet lazım. Müzik de bu ritmi, itişi oluşturuyor sanırım. Yemeklerden zevk almamızı, fazla ritmik koşmamızı, daha verimli çalışmamızı sağlıyor. Tekrarlanan ritmin, çalışırken bir şeyleri ezberlemede kişiye yardımcı olduğuna dair bilimsel veriler açıklanmıştı bundan yıllar önce.

Aslında bu itici gücün kendisi doğanın bizzat içinde var zaten. Birkaç günlüğüne bilgisayarınızı, telefonunuzu, mp3 çalarlarınızı bir kenara bırakın ve hayatın çıplak sesini dinlemeye çalışın. Evet, gerçekten bu hayatın kendine özgü bir ritmi ve rengârenk bir müziği var. Ayak sesleri, parmaklarımızı oynatışımız, martıların çığlıkları, rüzgârın sesi ve daha nicesi. Görünen o ki, bu evren müzik üzerine kurulu olduğu için müziği seviyoruz.

Üzgün olduğumuzda, hayatın o neşeli ritmi bize uzak düştüğünde şarkılara sarılıyoruz ve melodiler bizleri hayatın “o ritmine” yeniden sokuyor. İyileştirici bir gücü var da denebilir. Müziğin hayatımı kurtardığına tanıklık ettim. Oradan biliyorum. En dibe vurduğum zamanlarda, ritmin sustuğu, nabzımı bile güçlükle duyduğum saatlerde şarkıların beni kuyudan çekip çıkardığını deneyimledim.