Saturday, December 31, 2016

2016'yı Nasıl Bilirdiniz?


Instagram - 2016 Best Nine


Bu yılın son yazısından merhaba, 

Sizin 2016’nız nasıl geçti bilmiyorum da benimki epey bir değişikti. Değişik betimlemesi herkeste farklı manalar çağrıştırabilir. Ben daha çok tarif etmeye gücümün yetmediği haller için kullanıyorum. Zor yıldı 2016. Hem millet olarak, hem kişisel. Detaylara şimdilik girmeyeceğim. Belki başka yazıya. Yukarıya eklediğim kolaj, bu yıl dahil olduğum Intagram mecrasındaki en beğenilen 9 fotoğrafımmış. Belki özet bilgi verebilir.

Kapanış yazım için uzun zaman önce yapmayı planlayıp, bir türlü yazamadığım Ruhsuz Atmaca tarafından mimlendiğim “Nasıl Bilirdiniz?”i seçtim. Böylece, hem sözümü geç de olsa (bkz. Tam 1 yıl) tutmuş, hem de pek değerli blog komşularıma da birer selam göndermiş olayım.

Huzurlu, mutlu, sağlıklı bir 2017 olsun efenim. Sevgiler, saygılar...


***

İlk blogumu saymazsak, yaklaşık 4 senedir blog yazıyorum. Yazma ve takip etme seyrimde ciddi değişmeler oldu. Hem çalıştığım işyerlerinin atmosferi, hem okul temposu, hem de ruh halim açısından. Başta kendi blogum olmak üzere, ihmal ettiğim tüm bloglardan özür dilerim. Bu yüzden de aşağıdaki listeyi, 2 kısıma ayırıyorum. İlk kısım yakinen tanıdığım ve blog dışında da bir şekilde samimiyeti ilerletip dost olduğum blog sahipleri. İkinci kısım ise yakınlarda takibe aldığım/tanıştığım ve henüz derinlemesine fikrim olmadığı bloglar. Unuttuğum/atladığım blog komşularım var ise onları da yakın zamanda eklemeyi umuyorum.

Bazı insanlarla nasıl tanıştığınızı hatırlamazsınız. Sanki her zaman hayatınızın bir parçasıymış gibidirler. Ruhsuz Atmaca da benim için böyle. Her kesimden insanı tek potada buluşturan merkezi bir blog, dost, sırdaş, akıl hocası, akademisyen olma yolunda bir öğrenci, mütevazi kişilik, yüzünü eskitme endişesiyle kendini herkeslerden gizleyen, bazen çok karamsar, bazen deli dolu, her zaman çok değerli, her zaman Atmaca, Rize’nin Atmacası. Blog aleminde ve hayatımda her zaman var olmasını istediğim güzel insan.

2 güzel kız annesi, Niğdeli öğretmen, çok yönlü kişilik, bazen dostum, bazen ablam, bazen dert ortağım. Bir Google aramasının bana kazandırdığı en değerli veri :) Kendisiyle tanışmamız ve sonrası gerçekten ilginç. Bu kadar merak uyandırdığıma göre kısaca bahsedeyim. Yaklaşık 3,5-4 yıl önce Nazan Bekiroğlu’nun İsimle Ateş Arasında’sını okumuş, aşırı duygu yüklemesi yaşamıştım. Acaba benim gibi düşünen başkaları da var mı, niyetine yaptığım arama bizi buluşturdu. O günden beri de iletişimimiz hiç kopmadı, inşallah kopmaz da.

Meydan Okuma’ların kitaplısı sayesinde tanıştığım, iyi ki tanıştığım Ankaralı güzel insan. Kültürel birikimini nasıl ifade edeceğimi bilemediğim, emektar yazıların sahibi, en güzel şarkıların babası, en sağlam filmlerin abisi, en anlamlı kitapların yakın arkadaşı, başım sıkıştığında başvurduğum, güzel bir “şey”e rastladığımda hemen Zihin’e söylemeliyim telaşına düştüğüm, pek değerli blog komşum, dostum. Hep var olsun, hep yazılar yazsın.

Zihin’in meydan okumaları sırasında tanıştığım bir diğer güzel insan. Yorumları sayesinde ortak noktalarımızı keşfettiğimiz, blogunu yeniden açmasıyla da iyice pekiştirdiğimiz canım komşum. Deli dolu, doğa aşığı, fotoğraf-ilim-bilim meraklısı, bilgili, görgülü, düşünceli, bir çok kedinin annesi, esrarengiz kişilik. Bir gün Kadıköy sokaklarında kaybola kaybola dolandıktan sonra, REXX’te film izleme planımız var. Benden hatırlatması :)

Her ne kadar artık (benim gibi) pek yazmasa da güzel yazan, keyifli yazan, bloguna adım atar atmaz insanı mutlu eden, tatlı dilli, kocaman kalpli, gönlü İstanbul’da bir Ankaralı, Ankara’ya renk katan bir tatlı minik kuşun annesi, instagram sayesinde daha bir samimileştiğimiz, pek becerikli, hayallerinin peşinde koşması gereken, pek değerli bir Terazi, hiç görmediğim kalben dostum.

Güzel tasarımların sahibi, güzel bilgilerin paylaşımcısı, kısacası güzel olan her şeyden bir parça, pek değerli insan, süper anne.

Seyhan'dan Hayata Dair Güzellikler:
Başlık o kadar açıklayıcı ki :) Güzel şeyler yazan, güzel kalpli hayat blogu.

Blog aleminin muhtarı :) Kimseyi takip listesine almadan, nasıl olur da unutmaz, ihmal etmez asla çözemediğim, emektar, emeğe saygılı, güzel şeylerin destekçisi, her zaman her yerde varlığını hissettiren güzel insan, yazar kişilik.

Türk bloggerların Almanya şubesi, en yakınımızdakilerden daha yakın, canımız, Ahu Kızımız.

Kitap kitap kitap, yine tekrar kitap kitap kitap :) Aile blogu, eşi MRW ile kitapları yazan, kitaplaşmış çift, pek tatlı minnak (bence artık büyüdü gerçi :)) Ayaz’ın babası, beyazdan daha beyaz, saf, temiz kalpli, değerli insan, ha bir de o da AFD, kısaltmalar rakibim :)

Spor aşığı, fit, mutlu anne. Durup dururken aklıma spor düşüren, spor kadar sevdiğim, insanlara sporu sevdiren, spor salonlarıyla sınırlı kalmadan da spor yapılabileceğini, sağlıklı olunabileceğini açıklama gayesinde, değerli insan.

Kitap, film, müzik meraklısı değerli insan. Kendisiyle samimiyetimiz instagram sayesinde pekişmiştir, daha da pekişeceğini umduğum güzel kalpli kişilik.

Film film film, again film film film :) Pek sevdiğim bol filmli, sempatik blogger. Son yazısına göre, artık FilmLoverss’ta yazmakta, bloga da yazsın, hep yazsın, başarıları daim olsun.

İsmi çok güldüren, yazıları umutlandıran, sevgi dolu, sempatik kişilik.

***

Yeniler:

Turgay Aksoy
Merve Uzel
Özlem
Kayra

En Yeniler ise geçen hafta yapılan, kimseyi tanımamama ve başka programım olmasına rağmen, "Ben Ruhsuz Atmaca'nın bir yakınıyım" diyerek katıldığım İstanbul Blogger'lar etkinliğinde tanıştığım çiçeği burnunda blog komşularım:


***

Bir de kapanış şarkısı armağan etmek lazım. Küçükken çok inandığınız her şeyin gerçekleşmesi dileğiyle.

Pinhani - Beni Sen İnandır

***


Küçükken çok inanmıştım 

Eğer çok istersen 
Her şey mümkün 
İnanmak zor değil 
Hikayem senle başlardı 
Senle devam etsin 
Beni seni inandır

Sunday, November 20, 2016

Zaman... Sizce?

Merhabalar!

Afede yine terk etti buraları diyenler için: "Aslında içimden çokça konuşup, anlatıyorum blog'a yazar gibi. Ama bir türlü başına geçip somut hale geçiremiyordum. İşte geldim. Yazmaya, anlatmaya, sohbet etmeye..."



Bu aralar aklımda tek bir kelime dönüp duruyor: ZAMAN. Ne kadar ortak bir kelime değil mi? Yoldan rastgele birilerini çevirsek "zaman"ı sorsak, eminim anlatacak çok şeyi vardır. Keza, yazarlar, şairler, herkes ne çok bahseder zamandan. Kimine göre; her şeyin ilacı, çok çabuk akıp giden bir şey, bazı yaraları daha da kuvvetlendiren, bazılarını ise söndüren, birilerini ayıran, başka birilerini kavuşturan... Bu tabirleri saymakla bitmez.


Bana göre "zaman"ın en önemli özelliği, çok iyi bir öğretmen olması. Hem de kuvvetli ispatlarla dersini kavratan bir öğretmen. Her öğrencisi için ayrı özen gösterip, her şeyi öğreten bir öğretmen. Yanlışın, doğrunun, iyinin, kötünün, neden olduğunu ya da olmadığını bir gün mutlaka ispat ederek öğretir zaman. Bu "bir gün"e kadar, belki tüm yaprakları dökse de gelir. Zaman bu bilinmez, er ya da geç.

Peki, sizce zaman nedir?

***

Zaman; güzellikler için, mutluluk için, sevgi için eşlik etsin herkese. Dökülen yaprakların yerine yenilerini yeşertmek için... 💓 

Mutlu pazarlar! 


Pink Floyd - Time


***

NOT: Fotoğraf, bu yazki Karadeniz çekimlerimden, Sinop - Hamsilos Fiyordu. Aslında yemyeşil, müthiş bir yer. Fakat nasıl oldu da bu kareyi yakalamışım bilemiyorum. Belki de bu tarz bir yazıya eşlik etmesi için :) 

Fotoğraf paylaşımlarımı artık a_fe_de instagram hesabımdan yapıyorum. İlgilenenlere duyurulur ;)

Thursday, October 6, 2016

İmece Meydan Okuması # 10. Gün

Meydan Okuma'nın son sorusu, en hassas sorusu:

"Size ilham veren birisi."

Birinden, birilerinden ilham alabilmek, çok büyük şanstır. İnsana günlük hayatında da, yeni kararlar alırken de kolaylık, ferahlık sağlar.


Ben bir çok kişiden ilham almışımdır şimdiye kadar. İlk başta ailem, bazı ünlüler, bazı ünsüzler. Özellikle iki grup insan var; ilham aldığım, hayranlık duyduğum. 

Birincisi, yaptığı iş ne olursa olsun, o işin hakkını veren, hem kendini hem etrafındakileri memnun edenler. Bir örnek vermem gerekirse, önceki çalıştığım işyerinin kantininde çalışan abimiz. Dünyanın en güzel tostlarını yapar ve en güzel biçimde servis ederdi. Öyle güzel ifadesi vardı ki, işini çok severek yaptığı tostun lezzetinden belli olurdu. İşten ayrılacağım gün son kez tost yemeye gittim, tadı hala damağımdadır.

İkinci grup, hayatında çok fazla olumsuzluk olmasına rağmen mutlu olmayı başarabilenler. Mutluluk dış etmenlere bağlı mıdır, yoksa sadece içten gelen bir duygu mudur? Bu yaz biriyle tanıştım. Çok mutlu, çok güzel gülen bir hanım. İçimden, dünyanın en mutlu insanıdır herhalde, diye geçirdim. Ertesi gün sohbet ederken hayatına dair bir şeyler anlattı. İnanamadım. Eften püften şeyleri problemden saydığımı farkettim, utandım. O günden sonra abla-kardeş olduk zaten. Mutluluk söz konusu olunca ilham aldığım kişidir.

Güzel insanlar, örnekler hep çoğalsın etrafımızda ;)

***

Fotoğraf: Üsküdar Sahil / afede


The Eagles - Hotel California

Tuesday, October 4, 2016

İmece Meydan Okuması # 9. Gün


"Birini hatırlatan şarkı seçiniz."

Düşünüyorum da hangi şarkı birini hatırlatmıyor ki... Zaten bu yüzden özel anlam yükleyip, sevmez miyiz şarkıları? Bazılarını birileri yüzünden çok dinleriz, bazılarına ise birilerini hatırlattığı için küseriz. Aslında böyle yapmamalı belki de. Sonuçta, şarkının günahı yok. Zaten farkında bile değil biriyle eşleştirildiğinin. Neyse... Akşam akşam bu kadar felsefe yeter :) Şarkımı aşağıya bırakıp gidiyorum.

İyi geceler.

Monday, October 3, 2016

İmece Meydan Okuması # 8. Gün



"Bu hafta başınıza gelen en iyi şey nedir?"

Bu haftayı pas geçsek de geçtiğimiz yılın bu haftasına dönsek :)

Geçen yıl bu zamanların 2 gün öncesi, ailemize minik bir melek katılmıştı. Zaten son bir yıldır hayatlarımız ona endeksli şekilde devam ediyor. 

Neredeyse büyümesinin tüm evrelerine şahit olabiliyorum. Bu bile bir şükür gerekçesi benim için. Bundan 1 yıl önce, sadece ağlayan, beslenen, uyuyan, uyanan sonra tekrar ağlayan bol gazlı bir bebekti. Şimdi yavaş yavaş birey olma yolunda. Kendi içsel faaliyetlerini çözünce, bir şeyler öğrenmeye ve insan ilişkilerine başladı. Zaten en keyifli kısmı burası. Mesela, sohbete karışmak (şimdiden bolca anlatacak lafı var) ve hatta akabinde Susss! işareti yapıp insanları susturmak, taklit yapmak (öksürük, garip sesler), yemek ve başkalarına yedirmek, telefon tablet ve bilumum elektronik cihazlara saldırmak, şayet telefon yoksa etrafındaki her hangi bir şeyi kulağına götürüp telefon açığını kapatmak, şarkı dinlemek (şimdiden bir müzik listesi mevcut) ve duygusal parçalar dahil oynamak... gibi gibi. Güzel şeyler :) 

Sadece bu hafta değil, son 1 yıldır başıma gelen en güzel şey. İyi ki doğmuş!


Sunday, October 2, 2016

İmece Meydan Okuması # 5. & 6. & 7. Gün

5. Gün: "Size ilham veren şarkı."



Bu soru için 2 şarkım var. Biri Fleetwood Mac'in Go Your Own Way'i. Sadece başlangıç ritmi ve şarkının adı bile yetiyor. Çalmaya başladığı an aklımda ne varsa uçup gidiyor, yerine sadece huzur kalıyor. Ben bu şarkıdan ilham alıp, hayatımla ilgili önemli bir değişiklik kararı aldım bu yaz. Hala da tek gün olsun, pişmanlık yaşamadım :)

Bir diğeri de özellikle sözlerinden ilham aldığım: The Smiths - Please Please Please Let Me Get What I Want. Bir şeyleri çok istediğim zaman, yeni bir yola çıkıyorsam dua niyetine dinliyorum. Sözleri şuraya yazıyorum:

Good times for a change.
-bir değişimin tam zamanı
See the luck I've had, can make a good man turn bad.
-görüyorsun ki bendeki bu şans iyi bir adamı kötü birine dönüştürebilir
So please please please let me, let me, let me, let me get what I want, this time
-lütfen, lütfen, izin ver de bu kez istediğimi elde edebileyim

I haven't had a dream in a long time.
-uzun süredir rüya görmedim
See the life I've had, can make a good man bad.
-görüyorsun ki hayatım, iyi bir adamı kötüye dönüştürebilir
So, for once in my life, let me get what I want,
-hayatımda bir kez olsun, istediğimi elde etmeme izin ver
Lord knows it would be the first time,
-tanrı biliyor ya bu ilk kez oluyor
Lord knows it would be the first time.
-tanrı biliyor ya bu ilk kez başıma geliyor


6. Gün: "Dünyada değiştirmek istediğiniz beş şey nedir?"

Öyle çok ki...

-En başta bazı insanların davranışları! O kadar empatiden uzak, bencilce davranışlara şahit oluyorum ki artık üzülmekten bıktım. Kendi içimde telkinlerde bulunuyorum ama yine de umursamadan edemiyorum.

-Birilerini, bir şeyleri fazla umursama huyum.

-İstanbul. Çok seviyorum ama özellikle son bir kaç yıldır öyle kötüye gidiyor ki durumu. Tahammül edemiyorum. İmkan olsa, sadece tarihi dokuyu koruyup, baştan sona değiştirmek isterdim.

-Odam, evim :) Bu aralar tüm eşyalarımı, hatta tüm evi...

-Son ve en önemli olarak da dünyadaki haksız kazanç ve varlık dengelerinin bir düzene girmesi. Belki çok ütopik ve Robin Hood'vari bir dilek. Böyle bir denge olsa, bence zaten bir çok problem direk çözülmüş olur. 

7. Gün: "Korkmasanız denemek isteyeceğiniz şey?" 



Düşünüyorum, taşınıyorum. Şimdiye kadar korktuğum için yapmadığım/yapamadığım fiziksel bir aktivite olmadı. Ama imkanım olsa gerçekleştirmek istediğim bir şey var. Daha evvel de bahsetmişimdir. Benim en favori filmlerimden biri Motorsiklet Günlükleri'dir. Bu filmde izledikleri rotayı motorsikletle dolanmak, oralarda bir müddet yaşamak hayalimdir. Kim bilir, belki bir gün... :) 


Thursday, September 29, 2016

İmece Meydan Okuması # 4. Gün



Otur şuraya, senle biraz Eylül'ü konuşalım.

Önden cevabı verdim, sorusu da burada:

"Sizi ifade ettiğini düşündüğünüz ay?"

Benim ayım Eylül. Sebebi çok net, Eylül kızıyım ben. Biraz yaz, biraz sonbahar. Biraz komediyim, biraz dram. Biraz deniz dalgasıyım, biraz kuru yaprak. Bu karşılaştırma uzar gider. Akdenizliye göre, Eylül çok önemlidir. Yazın kasıp kavuran sıcağının, artık biraz dindiğinin işaretidir Eylül. Hiç kapanmayan kapı, pencerenin örtülme vaktinin gelmesi. Yani mutluluktur.

Ben Eylül'ü layığıyla anlatamıyorum. Ama onu çok güzel anlatan birisi var. Nazan Bekiroğlu'nun çok sevdiğim yazısı şurada.

"En güzel hikâyeyi kendisine anlatacak bir Eylül kalmış gibi, en ağır hikâyeyi dinlemek Eylül'ün sırtına kalmış gibi. Çöl satın alıp vahalar bağışlayarak. Geldi. Büyü bozar, dil çözer gibi. Kırk yıllık isimlerin yepyeni bir müsemmasını aşikâr eder gibi. Bundan sonra hiç Eylül olmayacakmış ama bundan sonrası hep de Eylül'müş gibi."

Green Day-Wake Me Up When September Ends

Wednesday, September 28, 2016

İmece Meydan Okuması # 2. & 3. Gün


Bu sabah, instagram'da "Böyle bir pencereye uyansam" diyerek paylaştım bu fotoğrafı. Güzel pencerelerin, kapıların hastasıyım. Bu da son favorim. Tarsus'ta Eski Evler diye anılan tarihi semtte çekmiştim. Böyle bir pencereye uyanmasak da güzel günler olsun efem.  

Dün meydan okuyamadım. Hem yoldaydım, hem de kafam ailemde bir sağlık sorununa takılıydı. Bugün çok şükür, olumlu haber aldık. Bunu da sarmaşıklı pencere ile taçlandırıyorum :) [En sona da bir şarkı pek tabi.]

2. Gün: Hayalinizdeki meslek nedir?

Çok hayal kuranın çok mesleği olur. Çocukken, bir dönem gazeteci olmak isterdim. Lisede sayısalın derinliklerine indikçe, Genetik Mühendisliğine gönül vermiştim. Tüm sınıfa hikaye anlatır gibi genetik anlatmışlığım vardı. Mezun olurken okul gömleklerimize hatıra yazdırmıştık birbirimize. Bazıları, "genetiği senden öğrenmiştik" yazmışlar. Sonra Genetik okursam Türkiye'de işsiz kalacağım sonucuna varıp, başka bir mühendislik dalını okudum. Çalışırken, yine rahat duramadım. Her şey iyi, hoş görünse de fotoğrafa, reklama, sinemaya olan ilgimi yabana atamadım. Halen de Görsel İletişim Tasarımı okuyorum. Yani, benim meslek hayallerim hala güncelliğini koruyor. Bakalım nereye gidecek... Hayalimdeki son mesleği de açıklayıp bu bahsi kapatayım. Spor salonu işletmeciliği ve fitness/zumba antrenörlüğü. Bunu da emeklilik mesleğim olarak buraya yazmış olayım.   

3. Gün: Öğrenmek istediğiniz yetenek?

Öğrenmek istediğim çok şey vardı/hala da var. Bu uğurda kurs kurs gezmiştim bir zamanlar. Fakat bir tanesinin hakkını veremedim: müzik yapmak. 5-6 yıl olmuştur. Bir gün "ben neden müzik yapamıyorum" dedim. O zaman bir kursa başlamalıydım. Gönlümde yatan birinci enstrüman çello idi. Çokça Apocalyptica dinlemenin de etkisi. Araştırıp, düşünüp taşınınca yaylı çalgılara çok erken yaşta başlamak gerçeğiyle karşılaştım. [Bence bir çok enstrüman için geçerli.] Bu yüzden ikinci seçimim Perküsyon kursuna yazıldım. Ama davuldur darbukadır, bir şekilde çalınır demeyin. İlk dersten ellerim haşlandı. Fakat müthiş keyifli! Her enstrümanın kendine özgü bir adabı var. Hepsini çalmak ayrı bir ustalık gerektiriyor. Başarabilenlere saygım sonsuzdur. Sonuç olarak, çok istememe rağmen işim dolayısıyla kursa devam edemedim.

Engin Hoca'nın atölyesinden: 


Monday, September 26, 2016

İmece Meydan Okuması # 1. Gün

İmece Meydan Okuma (bu ismi her yazdığımda güleceğim.) en mutlu sorusuyla başlıyor:

"Sizi mutlu eden şarkı hangisi?"

Cevap: Öyle çok ki! 

Bu soruya tek ve her anı kapsayan cevap vermem mümkün değil. Çünkü, müziği çoğu zaman terapi amaçlı kullanırım ve bu terapi şarkıları dönem dönem değişim de gösterebilir. Boş vakitte, yolda, çalışırken öylesine bir ritm olsun diye değil, bizzat tedavi amaçlı dinlediğim şarkılar var. Hatta bazılarını Spotify'da "Morallik" isimli listemde toparlamıştım. Birkaç örnek vermek gerekirse:

*Eğer zaten mutluysam: Beirut favorilerimdendir. Özellikle, Elephant Gun, Sunday Smile, Nantes. Hepsini peş peşe dinleyip mutluluğuma mutluluk katarım.

*Eğer nötr bir halde, fakat çabucak mutlu olmam gerekiyorsa: Muse! Starlight, Uprising, New Born, bir daha Starlight, bir daha New Born :) Bunları dinleyip de canlanamadıysam mutlaka ciddi bir sıkıntım var demektir.

*Eğer dans etmeye uygun bir ortamdaysam (mesela evimde): Shakira

*Bonus olarak, Euro 2008 zamanlarından akıllarda kalan bir şarkı ile kapanışı yapayım. Yaşı tutanlar bilirler :) 

Mutlu haftalar!

Helldorado - A Drinking Song

Sunday, September 25, 2016

İmece Meydan Okuması / Eve Dön, Bloguna Dön!


Merhaba!

Aradan aylar geçmiş. -miş diyorum, çünkü bazen farkına varamıyoruz ne çok zaman geçtiğinin. Hem fiziksel, hem ruhsal olarak buralarda değildim sevgili dostlar, okurlar, komşular. Bu uzun süreç hakkında, ilerleyen zamanlarda kısa kısa bahsederim. Ama yukarıdaki fotoğraf bir miktar fikir verebilir. Fotoğraf demişken; blog paylaşımlarından da bilenler vardır, fotoğraf benim en büyük tutkularımdan. Hem yoğun istek üzerine, hem de fotoğraf bilgimi/görgümü artırabilmek adına Instagram hesabı açtım. Sayfama "a_fe_de" kullanıcı adından ulaşabilirsiniz.

Başlıkta da yazdığım gibi "Eve Dön, Bloguna Dön!" sloganıyla geliyorum bu defa. Umarım sürekli olur, daimi olur. 



Uzun süre ara verince, biraz "evin yolunu kaybetmiş çocuk" modundayım. Yolu bulmaya çalışırken, sevgili blog komşularım Zihin ve MariPosa ile bir meydan okumaya başlamaya karar verdik. Zihin'in blogunu takip edenler bilirler. Kendisi "meydanokumacıbaşı"dır. Detaylı bilgiye şuradan ulaşabilirsiniz. Bu defa 10 soruluk, mini meydan okuma. Tam anlamıyla; sıkmayan, yormayan, evlere döndüren cinsten. Katılmak isteyenler olursa, 26 Eylül Pazartesi başlıyoruz.

Mutlu pazarlar dilerken, bu yıl en çok dinlediğim Türkçe şarkıyı çalıyorum.

"Olsun" demek hiç bir zaman zor olmasın. 

Sevgiler,
afd

Pilli Bebek - Olsun

Friday, September 23, 2016

Okul Yolu


Yazın son demleri yayla çok güzel olur. Annesine küsüp ağlayan, sonra da bir anda hırçınlığı bitirip gülümseyen çocuğa benzer havalar. Gök gürültüsü eşliğinde kapkara bulutlar sarar bir anda her yanı. Hızlı hızlı, adeta öfkeyle yağar yağmur. Sonra bir bakarsın, yağmur dinmiş güneş açmış. Kavurucu yaz sıcaklarının bitişini müjdeleyen bu ikindi yağmurlarının etkisi akşama da yansır. Hoş bir serinlik getirir. Çok üşütmez ama dışarıda otururken ince bir hırka giydirir.

Böyle güzel bir akşamda aldım Işıl’ın mesajını. Sanki telefondan değil de yıllar öncesinden gönderilmiş bir hatırlatma notu gibiydi.
-Nerede kaldın? Okula geç kalıyoruz. Şaka :) Nasılsın?

***

İnsan hayatında bazı dönemler vardır. Üzerinden hayli vakit geçmesine rağmen, akla gelince tebessümleri de beraberinde getirir. Hatırlaması da konuşması da çok zevklidir. Hatta sadece dönemleri değil, bu dönemleri beraber geçirdiğimiz kişileri de farklı bir yere konumlandırırız.  

Bana göre bu dönem, lise yılları demektir. Çocukluktan çıkılmış ama masumiyeti hala bizimledir. Henüz yetişkin bir birey olunmadığından kaynaklı üzerimizde ağır bir sorumluluk da taşımıyoruzdur. Üstelik henüz meslekî ayrıma da gitmemişiz. Dolayısıyla ufkumuz alabildiğine geniş, hayallerimiz tertemizdir.

***

Işıl ile arkadaşlığımız liseye dayanır. Sadece lise arkadaşım diyemem onun için. Çünkü o benim yol arkadaşımdı aynı zamanda. Nasıl başladığını bir türlü hatırıma getiremediğim bir arkadaşlık. Aynı mahallede oturduğumuzu, ikimizin de aynı güzergâhtan yürüdüğümüzü nasıl öğrenmiştik… Hiç bilmiyorum. Muhtemelen bir sabah yolda karşılaşıp, bundan sonra birlikte yürümeye karar vermiştik.  

Yol arkadaşlığı, özellikle de okul yolu arkadaşlığı bambaşkadır. Sabahın ilk ışıkları, muhtemelen sadece anne ile vedalaşarak apar topar yola çıkılmıştır. Sonra belli bir yerde buluşarak ya da evlerin konumuna göre biri diğerini alarak okula doğru yola koyulurlar. Mesafeye, hava koşullarına göre okula varış süresi değişir. Ama değişmeyen bir şey, yol boyu yapılan muhabbetlerdir.

Sabahın köründe ne konuşulur demeyin. O sohbetler adeta güne hazırlık olurdu bizim için. Aslına bakılırsa, fazla ortak noktamız da yoktu. Yolumuz, güzel bir geleceğe dair hayallerimiz, kırmızı-yeşil kareli okul eteklerimiz, ha bir de tuttuğumuz takım Beşiktaş ortaktı.

***

Her sabahın gündemi farklı olurdu. Pazartesi sabahı, haftasonunun nasıl geçtiğini konuştuysak; Salı sabahı o günkü Matematik sınavına odaklanırdık. Çarşamba sabahı gündem, havaların artık ne zaman serinleyeceği ise,  Perşembe’leri o haftanın çok uzun geldiğinden yakınırdık. Cuma sabahları, haftanın sonuna geldiğimizden, yüzümüzde güller açarak, uçarcasına arşınlardık yolu.

Bazı sabahlar konuk yolcular katılırdı bize. Şans eseri yolumuzun kesiştiği okul arkadaşlarımız, yalnız yürümekten çekinenler, uyuyakaldığı için okula gecikmekten usanıp çareyi yol arkadaşlığında arayanlar, aramıza yeni katılmış bir arkadaşla muhabbet ortamı oluşturmak isteyen sevgili adayları… Vs. Bazen iki kişi girerdik okul kapısından, bazen kalabalık bir grup halinde.

Sadece aynı yolu adımlamak değildi yol arkadaşlığı. Olası aksiliklere beraber karşılık vermekti aynı zamanda. Ansızın bastıran yağmurda sığınacak yer aramak, oyun oynama gayesiyle peşimizden koşturan sokak köpeklerinden kaçmak, okula geç kaldığımızda nöbetçi müdür muavinine beraber hesap verebilmekti.

***

Mevsimler değişti, yıllar geçti, lise bitti. Bizler üniversiteli olup farklı şehirlere dağıldık. Işıl ile iletişimimiz de bir şekilde kesildi. Tıpkı yol arkadaşlığımızın nasıl başladığını anımsayamadığım gibi bunun nedenini de hatırlayamıyorum.

Aslında yollar bitmemişti, farklı ara sokakları tercih etmiştik. Bu ara sokaklar başka yollara çıkmış, karşımıza başka yol arkadaşları çıkarmıştı. Bazen aynı, bazen farklı konularda muhabbet etmiş, bazen de konuşacak hiç bir şey bulamayıp sadece susmuştuk.

***

Şimdi, Işıl ile yollarımızı tekrar kesiştiren mesaja bakarken; liseden bu yana geçen yılları, yürüdüğüm yolları düşünüyorum. Anlatacak o kadar çok şey var ki; hangisinden başlayacağımı bulamıyorum.

Öncelikle buruk bir özür dilemeliyim. Saptığımız ara sokaklarda hayat telaşına kapılıp, izimizi kaybettiğimiz için. Sonra da üniversiteden başlarım anlatmaya. Okulumun sarmaşıklı binasından bahsederim. Dümdüz lise yolumuzun aksine üniversitenin yokuşlu yolundan, bu yoldan sahile her inişimde farklı hayaller kurduğumdan bahsederim. Bu hayallerin bazılarının gerçekleştiğini, bazılarının o yokuştan inip çıkan başka insanların hayallerine karıştığını anlatırım. Sonra mezun olmaktan, iş hayatından laf açılır. Büyük şehirde yaşamanın dezavantajı olarak her yere araba ile gidildiğinden, eskiye göre çok az yürüyebildiğimden dert yanarım. Fakat hala önemli bir karar vereceksem, mutlaka yürüyüşe çıktığımı da eklerim. Kötü geçen sezonların ardından, nihayet geçen yıl şampiyon olan Beşiktaş’ı da anarız muhakkak. Beşiktaş’ın makûs talihi bile dönebildiyse, demek ki hayatta her şeyin yoluna girebileceğini düşünür, durup dururken umutlanırız. Yeni stadın güzelliğinden bahseder, belki bir gün beraber maça gitmek üzere sözleşiriz.

***

-Neden telefonuna bakıp duruyorsun kızım? Kötü bir haber mi geldi?

Annemin seslenmesiyle farkına varıyorum, aklımdan geçen film şeridinin.

-İyiyim arkadaşım, sen nasılsın? Uzun zaman oldu görüşmeyeli. Neler yapıyorsun?
-Belimden rahatsızım biraz, onun dışında iyiyim.
-Geçmiş olsun. Yine yürüyüş yapalım mı? Belki iyi gelir.


Tuesday, April 26, 2016

Çocukluk Halleri ve Futbol Serisi

*Gecikmeli bir 23 Nisan yazısıdır.*

"Çocukluğu, stadyuma yakın bir evde hatta ufak yerleşim yerinde geçenler bilirler..." diye başlayan eski bir 23 Nisan yazım vardı şurada. Hala her kelimesine katılıyorum. Bu 23 Nisan'da gidemedim ama bu sefer İstanbul'da ailecek aynı ruh halini yaşadık. Üstelik bir kız bebek (yeğenim) ilavemizle :)

Hayat telaşından bir çok şey atlanıyor/ihmal ediliyor. Ama çocukluk atlanmamalı. Hatta yılda 1-2 gün değil, daha sık hatırlanmalı. Amin Maalouf'un çok sevdiğim bir lafi vardır: "Bir yazarın en değerli hazinesi çocukluğudur". Sadece yazarların değil, bence herkesin en değerli hazinesi. Ne mutlu güzel çocukluk geçirenlere, güzel anılar biriktirebilenlere, çocukluğunu güzel hatırlayabilenlere...


Bu blog'da başlayıp Öteki Dergi'de yayınlamayı sürdürdüğüm Futbol Serisi, Nisan sayısında final yaptı. Boğazımda düğümlerle yazdım. Hem 2 yıldır alışkanlığa dönüştüğünden, hem de çocukluğumdan aldığım ilhamla yazdığımdan; bu öykü serisinin yeri çok farklıydı. "Çocukluğumdan aldığım ilhamla" kısmına bir parantez açmak istiyorum. Ben, Beşiktaş'lı bir ailede büyüdüm. Neredeyse her hafta sonu, evde oluşturulan tribün ortamında, (çocuklar olarak) kendimize en güzel yeri bulmaya çalışır hatta çoğunluk ekrana en yakın olacak şekilde halının üstüne serilir maç izlerdik. Gönülden desteklersek, maçlar muhakkak kazanılır gibi düşünürdük. (Hala da öyle düşünürüm). Kadın-erkek-çoluk-çocuk pür dikkat ekrana kilitlenirdik. Skor ne olursa olsun, kazanan hep bizdik.

Güzel günlerdi. Bazen keşke hiç büyümeseydim de o halıların üstünden kalkmadan öylece maç seyretseydim diyorum. Ama kalkmak lazım... Büyümek, yaşamak, üzülmek, sevinmek,  öyküler yazmak, gerekli yerlerde de noktayı koyabilmek lazım.

Çok sevdiğim Futbol Seri'me noktayı "Jübile" ile koydum. Tabi şu temenni eşliğinde:

"Bazen yepyeni ve güzel bir hikayenin başlayabilmesi için bir öncekinin bitmesi gerekir. Yeter ki; nokta konulabilmiş olsun. Sevgiyle, saygıyla ve karşılıklı anlaşma ile..."



***

Bunlar da Jübile'nin ilham şarkıları:

Fleetwood Mac - Go Your Own Way

Opeth - Closure


Sunday, April 3, 2016

Öteki Dergi / Mart Sayısı ~ Çifte Öykü

Keyifli pazarlar!

En son yazımdan bu yana 3 hafta geçmiş. Yazılarımdaki hatırı sayılır sıklaşma (!) eminim dikkatinizi çekmiştir. Bu sıkılaşmadan memnun olanlara da olmayanlara da selam olsun ;)


Blog başına geçemeyince, ben daha Mart'ı yazmadan Nisan gelmiş, iyi mi? Mart ayını severim genelde. Sırtındaki hırkayı havalar ısınmasına rağmen çıkarmaya direnen babaanneler gibi son soğukları yapıp yerini bahara bırakan bir ay. Üşütüyor ama bir yandan da güneşin yüzünü göstermesine müsaade ediyor. Benim açımdan da, hem ikinci işime başlangıç tarihimi hem de yarı yaş günümü barındıran ay. Bu yarı yaş günü muhabbetini kime söylesem ya saçma bulup kahkaha atıyor, ya da yorum yapma gereği bile duymuyor. Her ne kadar son 4 senedir doğum günü kutlamayan biri olsam da, bu yarı doğum günü olayından neden heyecan duyuyorum? Gerçekten bilmiyorum. Neyse bu yazı üzerine tebrikleri alırım artık :P

Gelelim yukarıdaki fotoğrafın anlam ve önemine. Öteki Dergi Mart Sayısı'na çifte öykü ile katıldım. Biri yukarıdaki fotoğraf için yazdığım öykü: Yirmilik Diş. Diğeri de Futbol Serisi'nin devamı, 6.sı Kontratak

Ufak bir spoiler vereyim. Geçen Cuma okulun yakınındaki kafede serinin sonuncusunun başlığını attım ve kabaca taslağını oluşturdum. Gerçekten zor geldi o başlığı atmak. Her ne kadar kurgu da olsa karakterler sanki arkadaşım, yakınım gibi oldu. Seri ile epey bütünleşmişim. Dile kolay iki yıl oldu başlayalı. Alelade bir Salı sabahıydı sanırım ilk ilham geldiğinde. Bazen uzun süre ara versem de 6. sayıya kadar gelmişim. Futboldan esinlenerek öykü yazmak her ne kadar çok hoşuma gitse de, bazı keyifleri dozunda bırakmak lazım diye düşünüyorum. 

Okuyanlar ufak da olsa yorumunu paylaşırsa çok memnun olurum.

Öykülerin soundtrack şarkılarıyla son vereyim. Yirmilik Diş - Bulutsuzluk Özlemi/Yaşamaya Mecbursun ve Kontratak - Travis/Love Will Come Through.



Sunday, March 13, 2016

Ne Var Ne Çok? - 4

Yine, yeni bir Ne Var Ne Çok yazısından merhaba!

MariPoSa'nın kızacağını bilsem de, yüzüm kızarsa da, eskisi gibi yazamasam da hayattayım mesajı vermek adına döndüm, geldim. Hoş mu geldim? Ona siz karar verin ;)

***



Başlangıcı Bir Yudum Kitap ile yapmak istiyorum. Bir kaç aydır yayına başlayan harika bir oluşum. Amacı adından da anlaşılacağı üzere, üye olan (ki üyelik tamamen ücretsiz) okurlarına her sabah farklı bir kitabın rastgele 2-3 sayfasını, çok güzel bir başlangıç notu ile email olarak gönderiyorlar. Okurlar, her neredeyseler sabah kahvelerini o gün gönderilen pasaj ile yudumluyorlar. Çok ince bir düşünce değil mi? Şahsen ben her sabah kahve içerken birşeyler okuma ihtiyacı duyarım. Her zaman yanımızda kitap olmayabilir ya da ne okuyacağımıza karar veremeyebiliriz. Bir Yudum Kitap bunu bizim yerimize düşünüyor. Ayrıca, yeni kitap keşifleri için de ideal! Sağolsun, var olsunlar. Yukarıdaki görsel de twitter hesaplarından gördüğüm, çok beğendiğim bir paylaşım. 

***

http://www.nolm.us/55-kult-filmin-ilk-ve-son-sahnelerini-yan-yana-gosteren-basarili-bir-video/

N'olmuş? blogunu takip ediyor musunuz? Bu video'ya uzun zaman önce rastlamıştım. Linki bir yerlere saklamışım. 55 kült filmin başlangıç ve bitiş sahnelerini bir arada vermişler. Filmlerin hepsini bilmiyorum ama video oldukça başarılı.

***


Blog yazılarım maalesef seyrekleşti ama yazma pratiğimi hepten köreltmemek için dergiye öykü yazmaya devam ediyorum. Daha önce bahsetmiştim. Öteki Dergi isimli bir internet dergisinde yazıyorum. Bu fotoğraf Şubat ayı için seçilmişti. Bizlerden bu doğrultuda öyküler kurgulamamız istendi. İlk görünce, "yok artık! ben nasıl yazarım atlar üzerine" demiştim. Sonra bir anda kendimi internette at yarışı terimleri ararken buldum :D Fotoğraf öyküsü yazmak ayrı bir zevk. Hele ki bir başkasının çektiği fotoğraf için... Beyin damarlarının normalden daha fazla çalıştığını iddia edebilirim. Bu fotoğraf için yazdığım öyküyü (Tahminen) okumak isterseniz, şöyle buyurun: http://otekidergi.com/94-Oyku-Detayi.html

***


Sosyal medyada rastladığım bir proje: A Tea with Eddie Vedder. İsmini okuyunca bile gözlerimden kalpler fışkırdı. Doğuş diye bir maceracının projesi. Daha önce de 10.000 farklı kişiyle çay içebilmek için yollara düşmüş. (tamamen otostop ile üstelik) Amacı, bir dünya insanla tanışmak. Şimdi de hedefi Eddie Vedder'a ulaşmak. Böyle maceracı ve idealist insanlara çok imreniyorum. Umarım başarılı olur. Önceki imajını bilmiyorum ama bu haliyle hafiften benziyor da Eddie'ye :) Detaylar: http://onedio.com/haber/eddie-veder-la-bir-cay-icin-otostopla-binlerce-kilometre-gitmek-ateawitheddievedder-690487?utm_source=onediocom&utm_campaign=Eddie%20Veder%27la%20Bir%20%C3%87ay%20%C4%B0%C3%A7in%20Otostopla%20Binlerce%20Kilometre%20Gitmek%3A%20%23ateawitheddievedder&utm_medium=tweet 

***


-Yarın ne kadar sürecek, Anna? 
-Sonsuzluk ve bir gün kadar.

İzlediğim filmlerden replik ve görsel toplamayı çok seviyorum. Bir nevi koleksiyonum var :) Bu kare Eternity and A Day filminden. Eski, güzel bir Yunan filmi. Vaktiniz varsa, izlemenizi tavsiye ederim.

***


Mahir Ünsal çok sevdiğim öykücülerden. Son dönem genç yazarlardan ve maalesef henüz 3 tane kitabı var. Ben 2 tanesini çoktan okumuştum. Tüm külliyatı bitirmeye kıyamadığımdan birini bekletiyordum. Şu ara üst üste, yirmilik diş, baş, boğaz ağrıları ve grip geçirince, kendimi avutmak/iyileştirmek için Olduğu Kadar Güzeldik'e başladım. Yine çok güzel öyküler. Bir anda anlatılan atmosferde buluyorsun kendini. Şöyle bir alıntı ile örneklemiş olayım: "Kendimi iyi hissetmenin değilse bile kötü hissetmemenin bir yolu olmalıydı, ölmedik ya!"

***

Daha yazacak, konuşacak çok konu var. Umarım daha sık uğrarım buralara. 

Adettendir; finali bu aralar favorim olan 2 şarkı ile yapayım. 1 yerli 1 yabancı :)

Keyifli pazarlar olsun!



Pilli Bebek - Olsun



HIM - Gone with the Sin

Saturday, February 13, 2016

Dizi Meydan Okuması ~ Kapanış

Merhabalar!

Başlığa "Kapanış" yazdım ama içimden söyleniyorum; "4 yazıda biten meydan okuma mı olurmuş?!?!". Maalesef günü gününe yazamadım, hakkını veremedim. Komşum Zihin, özür dilerim :( 

Ama başlanmış işi asla yarım bırakmamak işlenmiş ruhuma. Öyleyse Kapanış'ı yapayım ki belki yeni yazılara yol açılsın ;) 

En başta belirttiğim gibi dizi geçmişim pek yok, dolayısıyla soruların çoğu boş. Hal böyle olunca gerçekten cevabım olan soruları yanıtlıyorum.

15- Müziklerini çok sevdiğiniz dizi hangisi?

Yeni dönem yapımlarında müziğe çok önem veriliyor. Tek cevap vermekte zorlanıyorum. Soundtrack listeme baktım, çoğunluk Walking Dead'den eklemişim. Özellikle bazı bölümlere cuk diye oturuyordu. Bir örnek vermek gerekirse: Lead Me Home.


18- En sevdiğiniz komedi dizisi hangisi?

Beni ve blogumu biraz tanıyanlar bu soruya direk Leyla ile Mecnun diye atlayacağımı bilirler ama bu sefer daha eskiye gideceğim. Eskiye, özlem duyduğum zamanlara... 7 Numara'yı bilir misiniz?


Bir zamanlar çok yetenekli (çoğunluğu tiyatro kökenli) oyuncuların, böyle tatlı insanları canlandırdığı bir dizi vardı. İnce bir mizah ve bolca samimiyet... Dizideki oyuncuların yıllar sonra kazandığım üniversitede okumaları da ayrıca manidardı. Şimdilerde arada aklıma geliyor. Bir bölüm açıp izliyorum. Bizim kantin, bizim bahçe. Leyla ile Mecnun gibi özlemeye ve tekrar tekrar izlemeye doyamayacağım bir dizi. 

19- En sevdiğiniz mini dizi serisi hangisi?






Lost Room diye birkaç bölümlük fantastik bir dizi vardı. Detayları çok net hatırlamamakla beraber beğenmiştim. Tabi yıllar sonra ordaki dedektif karakteri Peter Krause’nin SFU’nun Nate’i olduğunu nerden bilebilirdim? ;)












Bir de, takip ettiğim bloglardan birinin tavsiyesi üzerine Some Kind of GoodBye (Another Parting) dizisi dikkatimi çekmişti. İzlediğim/izleyeceğim tek Kore yapımıdır. Ben pek sevemiyorum uzak doğu yapımlarını, halbuki ilginçtir; çok ciddi bir hayran kitlesi var. Neyse. Geçen yıl şiddetli bir enfeksiyon kapmış, günlerce yataktan çıkamamıştım. Uyuyamadığım bir gece, aklıma bu dizi düştü. Zaten kısa kısa bölümler olduğu için o anki ruh halime çok iyi gelmişti. 

Konusu da pek manidar: insanların ağlama sebeplerinin araştırılması.





20- En sevdiğiniz bilimkurgu/gizem/macera dizisi hangisi?


Fringe.

Meydan Okumalar’ın sanırım en sevdiğim yönü; cevapları bulmaya çalışırken geçmişe yolculuğa çıkmak.

Önceki işim bol seyahatliydi. Geriye dönüp bakınca, nerdeyse her seyahatimin bir dizisi var. Bir nevi kendimi oyalama taktiğiydi filmler, diziler. Fringe de Ankara’nın dizisiydi.

23- En sevdiğiniz erkek dizi karakteri?

Şimdiii bu soruya nasıl tek cevap verebilirim :P

Hızlı bir beyin fırtınası yaptım. Sonuçları en azından yerli ve yabancı olarak 2’ye indirgedim.

Yerlilerden tabi ki Şubat’ın Alican’ı, yabancı ise SFU’nun Nate Fisher’ı. (Peter Krause)



24- En sevdiğiniz kadın dizi karakteri?

Bu soruda da çift cevap vereceğim. Hatta en yakıştırdığım çifti yazıp, soruyu revize ediyorum.

Walking Dead’den Carol&Daryl. Dizide belirgin bir aşkları olmasa da 6 sezondur bunu diledim. Umudum, en azından finalde gerçekleşmesi. Ne alaka diyenler olabilir. İkisi de benim nazarımda, dizinin en çok değişime/adaptasyona uğrayan oyuncuları. Tam gerekçe sunamasam da bu ikilinin yeri bende farklıdır. Sanırım, benim gerçek hayattaki tarzıma uygun yönleri olduğundan. Etliye sütlüye karışmadan yaşamaları, çıkar beklemeden millete yardıma koşmaları, yalan dolan dedikoduya karışmamaları... vs.



25- En sinir bozucu dizi karakteri kim?

Bu soru, benim için 23.soru ile birebir bağlantılı. Çünkü, dizilerde favori erkek karakterlerimin eşlerine hep uyuz olmuşumdur :)

Şubat’ta Yağmur-Sabah ikizleri canlandıran Melisa Sözen ile SFU’nun Brenda’sı, sizleri hiç sevemedim.

26- Hangi karakterin ölümü sizi çok üzmüştü?

Hiç tereddütsüz SFU’da Nate’in ölümü. O bölümü uzunca bir süre unutamayacağım sanırım. Bir Cumartesi öğle vakti izlemiş ve sonrasında olduğum yere çakılıp hüngür hüngür ağlamıştım. Nate'in anısına cenazesinde çalan şarkıyı paylaşıyorum:


Knockin' On Heaven's Door
 
27- En iyi “ilk bölüm” hangi dizideydi?
28- En iyi dizi finali hangisiydi?
30- En iyi dizi repliği hangisi?

Bu 3 soru için vereceğim cevap Six Feet Under'dır. Evet, çok torpil geçtim. Ama izleyenler beni anlar, diyorum. Özellikle finali çok çok başarılı.

Replik olarak ise şunu seçtim:


Üzerine yorum yapmaya gerek yok, sanıyorum.

***

Öyle ya da böyle bir meydan okumanın daha sonuna geldik...

Haddinden fazla taraflı davrandığımın farkındayım. Zaten ömür boyu izlediğim diziler çok kısıtlı: Prison Break, Dexter, House MD, Sherlock (kardeşimle yaşarken bazen), Fringe, Walking Dead, Şubat, SFU, L&M ve bu meydan okuma sayesinde başladığım Mozart in the Jungle.

Dizilerin bağlayıcı yanını sevmiyorum. Bağlanıyor, esir oluyorum gibi hissediyorum. En kötüsü de dizilere kapılınca filmleri ihmal ediyorum. Tercih meselesi tabi ki.

İyi seyirler ;)