Thursday, June 27, 2013

Yol Düşleri

Anlamsiz, keyifsiz bir "bekleme" sabahini renklendirmek icin bazen sadece bir kitabin kapagini kaldirmak yeterli. Bir bardak cay refakatinde... Ve biraz damla; gozlerimden mi, kitaptan mi, bardaktan mi dokuldugunu bilemedigim...

Yol Düşleri

Kıyamet rüyaları görmeye başlayalı beri rüyalarını bir deftere kaydetmeyi bıraktı. Öyle çok rüya kaydetmiş ki defterine içlerinde en sade olanın en uzun anlatıldığı türden sahih bir rüya var mıdır, hiç bilemedi. Oysa rüya habercidir, bunu bilirdi pekâlâ. Gerçekte yaşanan, rüyalardan okunabilirdi en fazla, tabii uyanmayı başarmışsanız eğer. Ve rüyadaki acının tene değdiği bir yer vardı. Yoksa bazı rüyalardan böyle hıçkıra hıçkıra uyanmazdı. Kemikleri böyle yanmazdı.

Böyle böyle vazgeçti rüyalarını kaydetmekten. Denize anlatır oldu onları, suya. Alsın götürsünler diye olup olacakları. Kim bilir kaç ahsen rüyayı ırmaklara anlattı. Kaderden kaçılmaz doğru ama kaderinden kaderine sığındığını sandı.

Ona rüyasını sormadı hiç kimse, hani dehşet içinde uyandığı. Tabir eden de çıkmadı. Hani, kaçırdığını zannettiği uçağın aslında yarın akşam kalkacağını ona söyledikleri. Rüyalarını unutmayı diledi. Şunun şurasında unutulmuş rüya da görülmemiş rüya gibi. Rüya defterlerimi yakacağım artık, dedi. Sonra rüya defterlerimi yakmaya karar verdiğim gecenin sabaha karşısında sadık rüyalar göreceğim fakat bu kez de rüyalarıma sadık kalmayacağım. Bundan korktu.

Allah'ım artık yoruldum, bana güzel bir rüya göster, diye dua etti sadece. Bir şeyi, birisini, yitirmiş olmanın bilincini kaybetmemekle birlikte, onu bulduğumuz bir rüya. Bir bayram sofrasının aydınlığında annem, herşey eskisi gibi. Annem, sen ölmemiş miydin? Fakat duasını unuttu.

Garip bir rüya gördü o gece. Yolun hangi menziline işarettir bilemedi. Sonuna mı, ortasına mı, yoksa hâlâ başına mı? Dahası gördüğü rüya onun yoluna mı yoksa ağyarın yolculuğuna mı tercümandı? 


Bir ev vardı düşünde. Üç katlı, tümüyle mamur, yepyeni, kusursuz. Az ötede bir iç avlu. Yarı saydam, ak mermer bir havuz. Masmavi, serin bir su. İki tarafta arklar. Arkların iki yanında serv-i nazlar. Serv-i nazlara sarılı gülfidanları. Kuş yuvaları. Sağda solda sardunyalar, sultan küpeleri, hanımeliler. Bahçe yolları yeni süpürülmüş. Üstelik yıkanmış, toprak ve ıslak gül kokmaktadır. 

Oysa bu evi düşlerinden tanıyordu. Kaç kez görmüştü onu, gerçeğini bilir gibi. Böyle değildi. Şurada alev dilleri olmalıydı, şurada ateş bahçeleri. Şurada yapraklar tutuşmalıydı. Şurada duvarlar kaynamalı, şurada tanımadığı bin bir türlü sürüngen, iğrenç, ıslak, vıcık vıcık yaratık, ayaklarından bileklerine, bileklerinden bacaklarına doğru tırmanmalıydı. Şu kapıyı açınca üzerine dalgalı, bulanık bir deniz kudurmuş gibi saldırmalıydı. Düşünde kaybetmeliydi gerçeğinin en güzel resmini. Dalgalı denizi. Şu pencereyi aralayınca yaz ortasında kar yağmalıydı üzerine. Tabirnameler, mevsiminde görülmeyen kar hayra alâmet edilmez, diye yazmalıydı.

Oysa işte, bu evin rüyasını gerçeğine karıştırmadan seçiyordu ki bu ev o evdir. Ama artık o ev de değildir. Evin içinde mobilyalar sade ve yeni. Pürüzsüz duvarlarda güler yüzlü, soylu ve güzel insanların resimleri. Aynalarla dolu salonlar. O kadar çok ayna ki aydınlık arttıkça artıyor. 

Fakat boş bir ev oluyordu bu. Evin sahibi görünmüyordu. Bahçeye çıkıyordu bu kez. Dönüp dönüp geri bakıyordu. Hem ayrılmak istiyordu o evden hem de aklı geride kalıyordu. Sonra her şey görüntüye dönüştürmeyi seven yarım aklıyla, fotoğraf makinesine uzanıyordu. Fakat öyle ulu orta, evin resmini çekmeye utanıyordu. Bir bahane bulmalı. Yanındakilerden birine fısıldıyordu, sen şurada dur, diye. Güya onun resmini çekiyordu. Derken utanmayı bir tarafa bırakarak evin ve bahçenin resimlerini çekmeye başlıyordu. 

Ve bir anda uyanıyordu. Rüyasından uyanınca Novalis'in, rüyasında görüp de uyandığında yastığının altında bulduğu meşhur mavi çiçeği hiç anımsamadan, fotoğraf makinesine uzanıyordu. Ekranı açınca evin fotoğraflarını buluyordu boy boy, poz poz. O zaman rüya içinde rüya gördüğünü anlıyordu. Çünkü bu mantıksız!

Şimdi gerçekten uyanık. Bir daha uyanık. Adamakıllı uyanık! Fotoğraf makinesi de elinin altında. Ufak bir hareket! Ekranı açacak. Ama cesareti yok. Göreceği kadar göremeyeceğinde de korkuyor.



***

Nazan Bekiroglu'nun Yol Hali kitabindan alintidir.

No comments:

Post a Comment