Üzerinde turuncu
kurdele olan beyaz bir kutuyum ben. Daha evvel "yaşayan" bir kutu görmemiş olanlar, dikkat kesilsin. Çünkü size 5 günlük bir hikaye anlatacağım; hissettiklerimden, gördüklerimden, işittiklerimden, kurguladıklarımdan oluşan.
Asıl sahibim bir yolculuğa çıkacağı için, 5 gün sonra açılmak üzere yeni sahibime teslim edildim. Karanlık, yağmurlu fakat bir o kadar güneşli, pırıl pırıl bir Perşembe gününde... Aslına bakarsanız, hemen o gün açılabileceğim söylendi ama eminim yeni sahibim 5 günün dolmasını bekleyecektir. Beni eline aldığı ilk an farkettim ondaki sabrı. Belki de veriliş amaçlarımdan biri de ondaki sabır seviyesini ölçmekti. Sabırlı... Bunu not almalıyım.
Eski sahibim ile vedalaştıktan sonra, yeni evime doğru yola koyulduk. Şemsiyesi olmasına rağmen açmadı, galiba ıslanmayı seviyor. Islanmak değil de mevsim geçişlerini iliklerine kadar hissetmeyi seviyor mu demeliyim?! Onun sayesinde ben de nasibimi aldım yağmurdan ve farkettim ki Sonbahar geliyor.
Beni cam kenarında bir masanın üzerine yerleştirdi. İçinde tek menekşe yaprağının hüküm sürdüğü, tıpkı benim gibi bembeyaz bir saksının yanına. Bahsettiğine göre kurs arkadaşı olan bir teyzesi fidelemiş, hediye etmiş. Ona gözü gibi bakıyor; hem teyzesine olan saygısından hem de emek vermeyi sevdiğinden. Hatta ismini de Gülsen koymuş. Ne tuhaf değil mi?! İsmi Gülsen olan bir menekşe yaprağı ile tanışmamıştım daha evvel.
Bugün haftanın son iş günü. Sahibim yorgun uyandı ama mutlu mutlu hazırlanıyor. Evden çıkmadan yanıma geldi ve tahmin ettiğim üzere kapağımı kaldırıp zaten ambalajlı olan hediyelerinin nasıl göründüğüne bile bakmadı! Şaşılacak şey doğrusu. Hayatımda hiç bu kadar meraksız bir kız görmemiştim. O işe gittikten sonra, duvardaki tablo ile lafladık. Yıllar önce onun çektiği bir fotoğrafmış aslında. Biraz havadan, sudan konuştuktan sonra aklıma takılan şu merak konusunu sordum tabloya.
-Nasıl olur da bu kadar meraksız olur?! Şahsen bir kutu olarak, ben bile onun bu meraksızlığını merak ettim.
-Yıllardır tanırım onu. Son 1-2 yıldır merak ile, habersiz kalmakla sınandı kızcağız. Meraklara kapıldıkça sürüklendi, sürüklendikçe kendini de kaybedeceğini anladı. Böylelikle meraksız kalabilmeyi öğrendi ve hala da öğrenmeye devam ediyor.
Gece eve geç döndü. Çok bitkin görünüyordu ama yine de kıkırdayarak girdi salona. Yakın bir arkadaşıyla sinemaya gitmişler. Film nasıl olursa olsun, her daim eğlenebildiği bir arkadaşıyla. Yatmadan yanıma uğradı, tabi ki yine kapağımı açmadı. Bana dokununca tarifi mümkün olmayan bir ferahlık duydu. Bu güzel hissi bir yerden hatırlıyordu. Gözleri doldu. Bu seneki en mutsuz anında ansızın gidip omuzuna dokunan, onu kahveye çıkarmak vesilesiyle kapıldığı düş kırıklığından çekip çıkaran da yine aynı arkadaşıydı. Hayatında böyle insanlar olduğu için bir kez daha şükrederek odasına geçti, uykuya daldı.
Bugün bir hareketlilik var evde. Guya tatil sabahı! Yanıma gelip günaydin bile demedi, neyin telaşıysa artık?! Öğleden sonra eve döndü, aynanın karşısından ayrılamıyor. Bazı değişiklikler yapmış kendine, yakışmış da hani. Nihayet karşısından ayrılınca, ayna seslendi.
-Yıllardır görüşürüz onunla. İlk defa böylesi bir değişime şahit oluyorum. Hayırdır inşallah!
Bugünün dersi belli oldu: tabuları yıkmak.
Bu evdeki 4. günüm; Pazar. Dün de hareketli geçti, heralde biraz uyur diye düşündüm ama o da nesi! Benim sahip yine günün ilk ışıklarıyla uyanmış. Oldukça durgun görünüyor. Kendine kahvaltı hazırlayıp en sevdiği filmlerden birini açtı. Kesin olağandışı bir durum var. Öğlene doğru ikinci demlik çayı bitirmek üzereyken kendine gelebildi, eskiden okuduğu bir hikaye düşmüştü aklına. Açtı tekrar okudu. Çoktan geçtiğini düşündüğü bir sınava tekrar yakalanmıştı. Demek ki tam olarak öğrenememişim, önyargılı olmamayı diye yorumladı. Bir sure sonra aniden kalktı, başka işlerle meşgul olmak üzere içeri geçti. Bu esnada sakin kalan çaydanlık sözü aldı.
-Yıllardır benden çay içer. Üzünse de sevinse de içer. Hem içer, hem düşünür. Fakat, bu sefer vermek istediğim mesajı nihayet alabildi.
Akşam acayip bir neşeyle döndü eve. Bazen bu insanları anlamakta güçlük çekiyorum. Ruh halleri çok çabuk değişiyor. Çok zararlı bir özellik olmalı, değişkenlik. Halbuki, biz kutular öyle miyiz? Aksi bir durum olmadıkça, bırakıldığımız yerde ve halde kalırız; ta ki sahiplerimiz bizi başka bir yere koyana kadar. İyi ki bir kutu olarak doğmuşum.
Bugün 5. günümüz. Sanırım iyice alıştık birbirimize. Her gün yanıma gelip, bir müddet başımda bekliyor; fakat hiçbir şekilde kapağımı kaldırmadı. Açıkçası beni de heyecanlandırdı, acaba içimde ne var?
Akşam bütün işlerini toparladı. Beni odasına götürdü, birkaç poz fotoğrafımı çekti. İlginç birisi... Daha evvel hiç fotoğraf çektirmemiştim. Haliyle nasıl poz vereceğimi de bilemedim, umarım güzel çıkmışımdır. Sonra tekrar salona geçtik. Geceyarısı olmasını bekliyor, beni açmak için. Galiba yarın önemli bir gün.
Saat 12'yi vurduğunda kapağımı kaldırdı. Birbirinden güzel ve değerli olduklarını gözlerindeki parıltıdan anladığım iki hediye çıktı içimden. Önce gülümsedi, sonra ağlamaya başladı. Bu insanları anlamak gerçekten çok zor! Hem ağlıyor, hem de fısıl fısıl birşeyler mırıldanıyor. Teşekkür gibi, şükür gibi birşeyler. İşitebildiğim kadarıyla; bu hayatta başına gelen hiçbir şey [ama iyi, ama kötü] sebepsiz değilmiş. Bu sebepler bir araya gelip kaderini oluştururmuş kişinin. Bu kaderin karşısına çıkardığı ve de yollarını ayırdığı herkesi teker teker hatırlayıp, her biri için şükürlerini sundu.
Yatmadan önce favori filmlerinden birindeki favori şarkısını çaldı, defalarca dinledi. O kadar çok çaldı ki; sözlerini ben bile ezberledim nerdeyse! Böyle de tuhaf birisi... Eylül'ün 23'ü onun günüymüş galiba. Ben de kendi çapımda mutluluklar diledim, umarım anlamıştır.
Asıl sahibim bir yolculuğa çıkacağı için, 5 gün sonra açılmak üzere yeni sahibime teslim edildim. Karanlık, yağmurlu fakat bir o kadar güneşli, pırıl pırıl bir Perşembe gününde... Aslına bakarsanız, hemen o gün açılabileceğim söylendi ama eminim yeni sahibim 5 günün dolmasını bekleyecektir. Beni eline aldığı ilk an farkettim ondaki sabrı. Belki de veriliş amaçlarımdan biri de ondaki sabır seviyesini ölçmekti. Sabırlı... Bunu not almalıyım.
Eski sahibim ile vedalaştıktan sonra, yeni evime doğru yola koyulduk. Şemsiyesi olmasına rağmen açmadı, galiba ıslanmayı seviyor. Islanmak değil de mevsim geçişlerini iliklerine kadar hissetmeyi seviyor mu demeliyim?! Onun sayesinde ben de nasibimi aldım yağmurdan ve farkettim ki Sonbahar geliyor.
Beni cam kenarında bir masanın üzerine yerleştirdi. İçinde tek menekşe yaprağının hüküm sürdüğü, tıpkı benim gibi bembeyaz bir saksının yanına. Bahsettiğine göre kurs arkadaşı olan bir teyzesi fidelemiş, hediye etmiş. Ona gözü gibi bakıyor; hem teyzesine olan saygısından hem de emek vermeyi sevdiğinden. Hatta ismini de Gülsen koymuş. Ne tuhaf değil mi?! İsmi Gülsen olan bir menekşe yaprağı ile tanışmamıştım daha evvel.
Bugün haftanın son iş günü. Sahibim yorgun uyandı ama mutlu mutlu hazırlanıyor. Evden çıkmadan yanıma geldi ve tahmin ettiğim üzere kapağımı kaldırıp zaten ambalajlı olan hediyelerinin nasıl göründüğüne bile bakmadı! Şaşılacak şey doğrusu. Hayatımda hiç bu kadar meraksız bir kız görmemiştim. O işe gittikten sonra, duvardaki tablo ile lafladık. Yıllar önce onun çektiği bir fotoğrafmış aslında. Biraz havadan, sudan konuştuktan sonra aklıma takılan şu merak konusunu sordum tabloya.
-Nasıl olur da bu kadar meraksız olur?! Şahsen bir kutu olarak, ben bile onun bu meraksızlığını merak ettim.
-Yıllardır tanırım onu. Son 1-2 yıldır merak ile, habersiz kalmakla sınandı kızcağız. Meraklara kapıldıkça sürüklendi, sürüklendikçe kendini de kaybedeceğini anladı. Böylelikle meraksız kalabilmeyi öğrendi ve hala da öğrenmeye devam ediyor.
Gece eve geç döndü. Çok bitkin görünüyordu ama yine de kıkırdayarak girdi salona. Yakın bir arkadaşıyla sinemaya gitmişler. Film nasıl olursa olsun, her daim eğlenebildiği bir arkadaşıyla. Yatmadan yanıma uğradı, tabi ki yine kapağımı açmadı. Bana dokununca tarifi mümkün olmayan bir ferahlık duydu. Bu güzel hissi bir yerden hatırlıyordu. Gözleri doldu. Bu seneki en mutsuz anında ansızın gidip omuzuna dokunan, onu kahveye çıkarmak vesilesiyle kapıldığı düş kırıklığından çekip çıkaran da yine aynı arkadaşıydı. Hayatında böyle insanlar olduğu için bir kez daha şükrederek odasına geçti, uykuya daldı.
Bugün bir hareketlilik var evde. Guya tatil sabahı! Yanıma gelip günaydin bile demedi, neyin telaşıysa artık?! Öğleden sonra eve döndü, aynanın karşısından ayrılamıyor. Bazı değişiklikler yapmış kendine, yakışmış da hani. Nihayet karşısından ayrılınca, ayna seslendi.
-Yıllardır görüşürüz onunla. İlk defa böylesi bir değişime şahit oluyorum. Hayırdır inşallah!
Bugünün dersi belli oldu: tabuları yıkmak.
Bu evdeki 4. günüm; Pazar. Dün de hareketli geçti, heralde biraz uyur diye düşündüm ama o da nesi! Benim sahip yine günün ilk ışıklarıyla uyanmış. Oldukça durgun görünüyor. Kendine kahvaltı hazırlayıp en sevdiği filmlerden birini açtı. Kesin olağandışı bir durum var. Öğlene doğru ikinci demlik çayı bitirmek üzereyken kendine gelebildi, eskiden okuduğu bir hikaye düşmüştü aklına. Açtı tekrar okudu. Çoktan geçtiğini düşündüğü bir sınava tekrar yakalanmıştı. Demek ki tam olarak öğrenememişim, önyargılı olmamayı diye yorumladı. Bir sure sonra aniden kalktı, başka işlerle meşgul olmak üzere içeri geçti. Bu esnada sakin kalan çaydanlık sözü aldı.
-Yıllardır benden çay içer. Üzünse de sevinse de içer. Hem içer, hem düşünür. Fakat, bu sefer vermek istediğim mesajı nihayet alabildi.
Akşam acayip bir neşeyle döndü eve. Bazen bu insanları anlamakta güçlük çekiyorum. Ruh halleri çok çabuk değişiyor. Çok zararlı bir özellik olmalı, değişkenlik. Halbuki, biz kutular öyle miyiz? Aksi bir durum olmadıkça, bırakıldığımız yerde ve halde kalırız; ta ki sahiplerimiz bizi başka bir yere koyana kadar. İyi ki bir kutu olarak doğmuşum.
Bugün 5. günümüz. Sanırım iyice alıştık birbirimize. Her gün yanıma gelip, bir müddet başımda bekliyor; fakat hiçbir şekilde kapağımı kaldırmadı. Açıkçası beni de heyecanlandırdı, acaba içimde ne var?
Akşam bütün işlerini toparladı. Beni odasına götürdü, birkaç poz fotoğrafımı çekti. İlginç birisi... Daha evvel hiç fotoğraf çektirmemiştim. Haliyle nasıl poz vereceğimi de bilemedim, umarım güzel çıkmışımdır. Sonra tekrar salona geçtik. Geceyarısı olmasını bekliyor, beni açmak için. Galiba yarın önemli bir gün.
Saat 12'yi vurduğunda kapağımı kaldırdı. Birbirinden güzel ve değerli olduklarını gözlerindeki parıltıdan anladığım iki hediye çıktı içimden. Önce gülümsedi, sonra ağlamaya başladı. Bu insanları anlamak gerçekten çok zor! Hem ağlıyor, hem de fısıl fısıl birşeyler mırıldanıyor. Teşekkür gibi, şükür gibi birşeyler. İşitebildiğim kadarıyla; bu hayatta başına gelen hiçbir şey [ama iyi, ama kötü] sebepsiz değilmiş. Bu sebepler bir araya gelip kaderini oluştururmuş kişinin. Bu kaderin karşısına çıkardığı ve de yollarını ayırdığı herkesi teker teker hatırlayıp, her biri için şükürlerini sundu.
Yatmadan önce favori filmlerinden birindeki favori şarkısını çaldı, defalarca dinledi. O kadar çok çaldı ki; sözlerini ben bile ezberledim nerdeyse! Böyle de tuhaf birisi... Eylül'ün 23'ü onun günüymüş galiba. Ben de kendi çapımda mutluluklar diledim, umarım anlamıştır.
Please, Please, Please Let Me Get What I Want - 500 Days of Summer
***
Good times for a change
See, the luck I've had
Can make a good man
Turn bad
So please please please
Let me, let me, let me
Let me get what I want
This time
Haven't had a dream in a long time
See, the life I've had
Can make a good man bad
So for once in my life
Let me get what I want
Lord knows, it would be the first time
Lord knows, it would be the first time
See, the luck I've had
Can make a good man
Turn bad
So please please please
Let me, let me, let me
Let me get what I want
This time
Haven't had a dream in a long time
See, the life I've had
Can make a good man bad
So for once in my life
Let me get what I want
Lord knows, it would be the first time
Lord knows, it would be the first time
Çok sevdim bu kutuyu ben, seni mutlu etti diye :) Bir de sabrına hayran kaldım, sen ne güzel bir şeysin öyle:)
ReplyDeleteIcinde dostluk, sevgi barındıran her paket guzeldir. Hele ki guzel insanlardan geliyorsa. Tıpkı bu beyaz paket gibi ve de senin paketin gibi :) Cok cok tesekkurler.
DeleteBazen ben de acaba cisimleri veya hayvanları kendi kafamda konuştururum karşından bakınca oldukça komik gözükse de bana göre insan için bir çeşit terapi oluyor :) senin de bu yazını bu yüzden olsa gerek çok beğendim , kutu hala duruyorsa selamlarımı ilet duvardaki fotoğrafı da merak ettim ona da sevgilerimi ileeet :)
ReplyDeleteÇok teşekkürler :) Selamınızı ilettim. Kutu benim evin demirbaşlarından, kendisi oldukça değerlidir.
DeleteFotoğrafın dijital hali flickr'imda mevcut: https://www.flickr.com/photos/40212985@N08/3822708511/in/set-72157621920944703
İnsanları konuşturmaktan daha zevkli bence, nesneler üzerine oynamak :) Dediğiniz gibi terapi oluyor. Benim ilk kişileştirmeli hikayem şuradadır: http://afede-hali.blogspot.com.tr/2013/09/bir-eylul-hikayesi-vurur.html