Tuesday, April 28, 2015

Film Meydan Okuması # 9

9. Gün: Repliklerini ezberlediğiniz bir film seçin.

Ne yapsam, ne etsem de (kural ihlali yapmak pahasına) bu meydan okumaya Leyla ile Mecnun'u dahil etsem diye düşünüyordum. İşte bu sorudur!

Blogumu az çok takip edenler bilirler, ne denli fanatik olduğumu. Öyle ki; izlenecek tonlarca yeni şey varken ben hala tekrar tekrar Leyla ile Mecnun izlerim, aynı zamanda yaşarım. Çünkü doyamıyorum. İlgilenenler Leyla ile Mecnun etiketi altından daha önceki paylaşımlarımı bulabilirler.

Gelelim aklımda kalan repliklere:



"Amaaaan o kada da herşeyi kafana takma!" [Favori repliğim :)]
İsmail Abi.




Bir de meşhur İsmail Abi&Şekerpare ayrılık sahnesi vardır. Orda İsmail Abi'nin bir lafı vardı. (Aklımda kaldığı kadarınca yazıyorum.)
-İyi de Mecnun, ben güçlü olmak istemiyorum ki. Ben Şekerpare'yi istiyorum.






Konu replik ise Ak Sakallı Dede'yi pas geçmek olmazdı... "Aşk, gönül yanılsaması değil; aksine gönlün yanmasıdır."








İnternette gezinirken şöyle de manifesto'msu bişey buldum. Belki daha açıklayıcı olabilir...



Benim listem uzar da gider. Finali "Ben de Özledim" ile yapıyorum. Tüm özleyenlere gelsin ;)


Monday, April 27, 2015

Film Meydan Okuması # 8

8. Gün: Sizi mutsuz eden bir film seçin.

Yeni haftaya mutsuz film önerileriyle başlıyoruz. Ne hoş :)

Aklıma gelen ilk yanıt: Atlı Karınca. Eşi, benzeri olmayan bir psikolojik gerilim. Senaryo, çekimler, oyunculuklar herşey mükemmel de o konuya nasıl dayanılır :(



Film, Mert Fırat ile İlksen Başarır'ın ortak projesi. Bilmeyenler için not düşeyim; bu ikili Başka Dilde Aşk'tan bu yana çoğunlukla beraber çalışıyorlar. Okuduğum bir Mert Fırat röportajında şöyle demişti: "Bazı fikirler, bazı senaryolar var aklımda. Hepsi de belli bir kesime hitaben ve bilhassa işlenmeyen/unutulan/görmezden gelinen konular". Zaten bu röportaj sonrası Mert Fırat'ı takibe almıştım. Gerek senaryolarını, gerek oyunculuklarını çok beğenirim. Fakat; bu film bir başka. Kısaca bahsetmem gerekirse; bir baba ile kızı arasındaki ensest ilişki anlatılıyor. Film gösterime girdiğinde kimseyi ikna edemeyip, tek başıma sinemada izlemiştim. Ve deyim yerindeyse, koltuğa çakılıp kalmıştım. 

Merak ettiğim bir husus, acaba bu filmi izleyen erkekler nasıl etkilendiler?

***

"İnsanlar yaptıklarınızı unutur, hissettirdiklerinizi asla..."

Sunday, April 26, 2015

Film Meydan Okuması # 7

7. Gün: Sizi mutlu eden bir film seçin.

Meydan Okuma ilk haftasını güzel bir soruyla tamamlıyor. Tekil bir cevap vermek ne mümkün! O zaman mutluluk filmleri listeme buyrunuz ;)

İlk sıraya yine çok sevdiğim bir Hint filmini yerleştiriyorum: Barfi.





Şurada da bahsetmiştim. 

Bu filmin bana hissettirdiği duygular çok farklıdır. 

Bir insan doğuştan sağır ve dilsiz olmasına rağmen, nasıl bu kadar pozitif olabilir diye aklım almamıştı. Filmi izledikten çok sonraları bile, Barfi'yi aklıma getirip gülümsemelere neden olmuştur.








İkinci sıra için kocaman bir parantez açmak isterim aslında; "Fransız filmleri"
Zaten birçok kişinin listesinde rastladığım Amelie'yi bu kategoride anmamak olmaz. Nasıl da tatlı filmdir! İçerdiği detaylar, kurgusundaki tesadüfler ve tabii müzikleri. Bir çoğumuzun defalarca izleyip doyamadığı filmlerdendir. Keza çok eski bir film olan Fan Fan da öyle. Ancak benim vurgulamak istediğim tercihim: Jeux d'enfants / Love Me If You Dare / Cesaretin Var mı Aşka olacak.


Hani çocukken arkadaşlarımızla bol bol iddiaya girerdik. Bu iddia sürecinde çeşitli oyunlar oynar, sonrasında da kazanan kaybedene bazı yaptırımlarda bulunur ya da değer verdiği bir eşyaya el koyardı. Film bu temel üzerine kurgulanmış bir çocukluk hikayesi ile başlıyor. Çok yakın arkadaş olan bu iki çocuğun büyümesine, atışmalarına, okullara gitmelerine, sevmelerine, aşık olmalarına, hayata atılmalarına, hatta evlenmelerine şahit oluyoruz. Bu esnada kısmen de olsa oyun devam ediyor, ancak hayatları o kadar başkalaşıyor ki; neredeyse kopma hatta birbirlerinden nefret noktasına geliyorlar. Film çok keyifli. Tempo hiç düşmüyor neredeyse.



Ve bir de Motorcycle Diaries'i (Motosiklet Günlükleri) ekleyip bu günkü listemi sonlandırıyorum. Bu filmi kaç kez izlediğimi hatırlamıyorum. Her defasında ayrı bir keyif, ayrı mutluluk. Hakkında ne söylesem spoiler olacağı için sadece izleyin, yaşayın diyorum.

Mutlu filmler, mutlu haftalar ;)


Love Me If You Dare (Jeux d'enfants) La Vie en Rose

Saturday, April 25, 2015

Film Meydan Okuması # 4, 5, 6

Vakit ne çabuk geçiyor?! 3 gün fire vermişim. Hemenn cevaplar bulmaya çalışayım :)

4. Gün: "En sevdiğiniz korku filmi hangisi?"

İşte bu soru benim favori alanıma giriyor :) 



Herşey çocuk yaştayken büyük kuzenlerim refakatinde gidilen bir sinema seansında Anthony Hopkins ile tanışmamla başlıyor. Tahmin edeceğiniz üzere film; Hannibal. O kadar hoşuma gitmişti ki sonrasında sinema filmlerini hep 2'ye ayırarak değerlendirmişimdir. Korku/gerilim türünde olanlar ve diğerleri. 

Sonrasında biraz daha büyüyünce merak edip, bu serinin ilk filmi Kuzuların Sessizliği'ni, sonra da Hannibal Rising'i izlemiştim. Aslında çoğu kişi beğenmez bu seriyi. Sonrasında nice korku filmi izlemişimdir ama bende yeri ayrıdır; hem Hopkins'in, hem Hannibal'ın. 

5. Gün: "En sevdiğiniz dram filmi hangisi?"

Hangi birini sayayım ki... Daha doğrusu hangi birini hatırlayayım :) Mesela kaç saattir imdb'yi kurcalıyorum bir film için. Dilimin ucunda ismi, fakat katiyen aklıma gelmiyor. [Zihin' not: Şu yaptığına bakar mısın? :)] 

Bu kategori çok zengin. Neticede insanız, acılarımız çok. Sanırım, yabancılar ve yerliler diye ayırmam ve aklıma ilk gelenlerden bahsetmem en doğrusu. Ve tabi mümkün oldukça az spoiler vermeliyim ;)



The Sea Inside (Mar Adentro/İçimizdeki Deniz), sanırım Javier Bardem ile [ki kendisini pek severim] ilk tanışma filmim. Yatalak bir adamın ötenazi istemesi, eve gelen bakıcı kadın ve sonrasında yaşananlar diye tarif edebilirim. Sağlam bir psikolojik dram. The Diving Bell and the Butterfly (Dalgıç ve Kelebek), bu da yine kötürüm bir adamın hikayesi, oldukça etkileyici. Özellikle kamera açıları sayesinde izleyende empati kurabilme potansiyelini en yukarlara taşımışlar. The Pianist, sanıyorum çoğunluğun izlediği bir filmdir. II. Dünya Savaşı esnasında, Polonyalı Yahudi bir müzisyenin yaşadıkları aracılığıyla o dönem aktarılmış. Bunlara ilaveten bir film daha vardı. Aynı zamanlarda izlediğim ve çok beğendiğim. Gel gör ki; hatırlayamıyorum :(



Yerli dramları sıralayınca farkettim ki; bizler daha çok ihanet, aldatma, çocuk istismarı türünde dramlara ağırlık vermişiz . [Ya da benim denk geldiklerim bu şekilde.] Halbuki yukarıda saydığım yabancı dram filmlerinin çoğu ya dönem ya da psikolojik dram. [bilhassa kişilerdeki rahatsızlıklara ilişkin]. Buradan toplumsal bir çıkarım yapabilir miyiz bilemedim. Beş Vakit ve Hayat Var Reha Erdem'den... Şahsen, bütün işlerini beğeniyle takip ediyorum. Hayat Var'ı bir otobüs seyahatinde izlemişimtim, hala aklıma geldikçe irkilirim :/



Zeki Demirkubuz'un Kader ve Masumiyet'inden vaktiyle blogumda bahsetmiştim. [Evet, bir zamanlar film yorumu da yazarmışım :)]. 


Söz konusu dram ise Nuri Bilge Ceylan'a da bir paragraf açmak lazım, di mi? Filmlerinin çoğu dram türünde, fakat benim en beğendiğim sanıyorum; Üç Maymun.

6. Gün: "En sevdiğiniz komedi filmi hangisi?"

Bu cevabı okuyan pek çok film severin kınayacağını tahmin ederek yazıyorum; beni Hintliler kadar çok güldüren bir millet yok ve tabii Aamir Khan gerçeği :) Belki iş hayatında çok fazla Hintliyle muhattap olmamın da bunda etkisi vardır. Tamam, eleştirilecek yönleri çok, fakat bu insanlar gülmeyi/güldürmeyi biliyorlar. 

Satırlarıma bugünlük son verirken; en favori filmlerinden birinin [3 Idiotssoundtrack şarkısıyla sizi baş başa bırakıyorum: All Izz Well.


Wednesday, April 22, 2015

Film Meydan Okuması # 3

1. Gün: "En sevdiğiniz aksiyon/macera oyuncusu kim?"

Aksiyon/macera söz konusuysa hafızam beni çocukluğuma ve hatta direk bir filme götürüyor. Babamla televizyonda film izlediğimiz günlere :) Tango&Cash desem? 


Sylvester Stallone ve Kurt Russell oynardı da hep Tango ve Cash olarak bilirdim onları. Şu an düşününce konuya/senaryolara dair aklıma hiç birşey gelmiyor. Ama izlerdik, severdik. Sonra zaten korku/gerilim sinemasıyla tanıştım, sonra da sanata sepete bulaşınca bu tür filmler hepten mazide kaldı.


Ve tabii bir de unutmadan, büyük patron: Arnold <3


Tuesday, April 21, 2015

Film Meydan Okuması # 1, 2


Merhabalar :)

Zihnin Arka Sokakları yeni bir meydan okuma başlattı dün. Kitap ve Müziklerin ardından, sıra geldi Filmlerden konuşmaya. Ayy hiç de vaktim yok, blog yazamıyorum diye kıvrandığım şu günlerde belki tekrar ritm kazanırım, geçmişe dönerim umuduyla ve 1 gün gecikmeli olarak başlıyorum! Hayırlı uğurlu olsun :) Katılmak isteyenler sorulara şuradan erişebilir.

1. Gün: "En az sevdiğiniz film hangisi?"




İçinde Mert Fırat emeği bulunan her film, benim için izlenesiydi. Ta ki bu filme kadar :( Üstelik fragman bile izlemeden, arkadaşlarımla bir heves toplaşıp gitmiştik. Sonuç fiyasko. Bu kadar kötü olmasına bir bahane bulmalıydım. Kendimi şöyle ikna edebilmiştim; tiyatro oyunundan uyarlandığı için mantık hatası ve sinemaya uyumsuzluk olmuş olmalı.







2. Gün: "En son izlediğiniz film hangisi?"

Bazı filmler gişe rekorları kırarken ve sonrasında da aşırı popüler durumlardaysa, dillerden düşmüyorsa; bende alerji yapıyor, izleyemiyorum. Bu yüzden Issız Adam'ı izlemek için yıllaaar yıllar geçmesini bekledim :) 

Geçenlerde yağmurlu kapkaranlık bir gün, kardeşime önerdim. Çok da güzel oldu. Hem ne zamandır beraber film keyfi yapamıyorduk, hem de ikimizin de çok etkilendiği bir filmdi. Hem hikayenin Tarsus kısmı, hem de bazı detaylar... Son sahnede [aşağıya ekliyorum.] o kadar çok ağladım ki; krokanlı karamelli pasta yiyerek anca kendimize gelebildik :) 







Sunday, April 5, 2015

Bulanık Gündemler ~ Adliye Merdivenleri ~ Kayahan :(

Eskiden birkaç gün bloga yazmayacak olsam, tedirgin vaziyette başlardım yeni yazıya. Eyvah şu kadar gündür yazamamışım diye özürler, üzülmeler filan... Oysa şimdilerde öyle bir salmış durumdayım ki... Ne yazmadığım günleri sayabiliyorum, ne de yazmam gerekirken yazmadığım, uçup giden konuları. Aslında salmak diyerek kendime de haksızlık etmek istemiyorum ama gerçekten değil yazmaya, okumaya bile vakit bulamıyorum. Hem yeni iş, hem de okul ödevleri/projeleri... Gözümü açamıyorum :/

Minicik de olsa zaman ayırıp, bahsetmek istediğim iki konu var.

Malum, gündem yine allak bullaktı hafta boyu. Haber izlemeyen (hatta okumayan) ben bile bir yerlerden bilgi/yorum almaya çalışıyorum, haber bültenlerine bakıyorum vs. Ne desem bilemiyorum. Yine millet konuşacak, tartışacak. Bir müddet sonra da hiçbir şey olmamış gibi yaşamlarımıza devam edeceğiz. Sonuç olarak, ateş düştüğü yeri yakıyor.

Katledilen savcı haberlerinde bir şey dikkatinizi çekti mi? Adliyenin merdivenlerini gösteriyorlar hep. Savcı Kiraz'ın eşi de aynı adliyede hakimmiş. Tam o merdivenleri gösterdikleri esnada empati kurmaya çalıştım. O kadın, işyerine her gitmesinde, o merdivenleri her iniş-çıkışında, o koridorlardan her geçtiğinde eşini hatırlamayacak mı? Düşünmesi bile korkunç. Bu sorulara bile cevap veremeyenler için konuyu döndürüp dolandırması gayet basit tabi. 

***

Bir diğer konu da Kayahan. Kendine özgü tarzı olan, değerli bir müzisyendi. Herkeste farklı izleri vardır muhakkak. Benim içinse biraz çocukluğum, biraz gülümseme, biraz da Üsküdar-Kanlıca minibüsünde Boğaz'ı seyrederek ebru kursuna gitmek demekti. 

Beni Anlamadın Ya olsun, Kara Saplantım olsun, Elmanın Yarısı olsun, Adresim Aynı olsun... Hepsi ayrı emek, hepsi ayrı güzel. İnsanı mahveden "saplantı" meselesini bile eğlendirerek anlatan bir ustaydı Kayahan. Ardında bıraktığı güzelliklerle hatırlayacağız.

***

Ölüm. Hangi yaşta, hangi koşulda gelirse gelsin acıdır. Allah rahmet eylesin, yakınlarına sabır versin.