Thursday, September 29, 2016

İmece Meydan Okuması # 4. Gün



Otur şuraya, senle biraz Eylül'ü konuşalım.

Önden cevabı verdim, sorusu da burada:

"Sizi ifade ettiğini düşündüğünüz ay?"

Benim ayım Eylül. Sebebi çok net, Eylül kızıyım ben. Biraz yaz, biraz sonbahar. Biraz komediyim, biraz dram. Biraz deniz dalgasıyım, biraz kuru yaprak. Bu karşılaştırma uzar gider. Akdenizliye göre, Eylül çok önemlidir. Yazın kasıp kavuran sıcağının, artık biraz dindiğinin işaretidir Eylül. Hiç kapanmayan kapı, pencerenin örtülme vaktinin gelmesi. Yani mutluluktur.

Ben Eylül'ü layığıyla anlatamıyorum. Ama onu çok güzel anlatan birisi var. Nazan Bekiroğlu'nun çok sevdiğim yazısı şurada.

"En güzel hikâyeyi kendisine anlatacak bir Eylül kalmış gibi, en ağır hikâyeyi dinlemek Eylül'ün sırtına kalmış gibi. Çöl satın alıp vahalar bağışlayarak. Geldi. Büyü bozar, dil çözer gibi. Kırk yıllık isimlerin yepyeni bir müsemmasını aşikâr eder gibi. Bundan sonra hiç Eylül olmayacakmış ama bundan sonrası hep de Eylül'müş gibi."

Green Day-Wake Me Up When September Ends

Wednesday, September 28, 2016

İmece Meydan Okuması # 2. & 3. Gün


Bu sabah, instagram'da "Böyle bir pencereye uyansam" diyerek paylaştım bu fotoğrafı. Güzel pencerelerin, kapıların hastasıyım. Bu da son favorim. Tarsus'ta Eski Evler diye anılan tarihi semtte çekmiştim. Böyle bir pencereye uyanmasak da güzel günler olsun efem.  

Dün meydan okuyamadım. Hem yoldaydım, hem de kafam ailemde bir sağlık sorununa takılıydı. Bugün çok şükür, olumlu haber aldık. Bunu da sarmaşıklı pencere ile taçlandırıyorum :) [En sona da bir şarkı pek tabi.]

2. Gün: Hayalinizdeki meslek nedir?

Çok hayal kuranın çok mesleği olur. Çocukken, bir dönem gazeteci olmak isterdim. Lisede sayısalın derinliklerine indikçe, Genetik Mühendisliğine gönül vermiştim. Tüm sınıfa hikaye anlatır gibi genetik anlatmışlığım vardı. Mezun olurken okul gömleklerimize hatıra yazdırmıştık birbirimize. Bazıları, "genetiği senden öğrenmiştik" yazmışlar. Sonra Genetik okursam Türkiye'de işsiz kalacağım sonucuna varıp, başka bir mühendislik dalını okudum. Çalışırken, yine rahat duramadım. Her şey iyi, hoş görünse de fotoğrafa, reklama, sinemaya olan ilgimi yabana atamadım. Halen de Görsel İletişim Tasarımı okuyorum. Yani, benim meslek hayallerim hala güncelliğini koruyor. Bakalım nereye gidecek... Hayalimdeki son mesleği de açıklayıp bu bahsi kapatayım. Spor salonu işletmeciliği ve fitness/zumba antrenörlüğü. Bunu da emeklilik mesleğim olarak buraya yazmış olayım.   

3. Gün: Öğrenmek istediğiniz yetenek?

Öğrenmek istediğim çok şey vardı/hala da var. Bu uğurda kurs kurs gezmiştim bir zamanlar. Fakat bir tanesinin hakkını veremedim: müzik yapmak. 5-6 yıl olmuştur. Bir gün "ben neden müzik yapamıyorum" dedim. O zaman bir kursa başlamalıydım. Gönlümde yatan birinci enstrüman çello idi. Çokça Apocalyptica dinlemenin de etkisi. Araştırıp, düşünüp taşınınca yaylı çalgılara çok erken yaşta başlamak gerçeğiyle karşılaştım. [Bence bir çok enstrüman için geçerli.] Bu yüzden ikinci seçimim Perküsyon kursuna yazıldım. Ama davuldur darbukadır, bir şekilde çalınır demeyin. İlk dersten ellerim haşlandı. Fakat müthiş keyifli! Her enstrümanın kendine özgü bir adabı var. Hepsini çalmak ayrı bir ustalık gerektiriyor. Başarabilenlere saygım sonsuzdur. Sonuç olarak, çok istememe rağmen işim dolayısıyla kursa devam edemedim.

Engin Hoca'nın atölyesinden: 


Monday, September 26, 2016

İmece Meydan Okuması # 1. Gün

İmece Meydan Okuma (bu ismi her yazdığımda güleceğim.) en mutlu sorusuyla başlıyor:

"Sizi mutlu eden şarkı hangisi?"

Cevap: Öyle çok ki! 

Bu soruya tek ve her anı kapsayan cevap vermem mümkün değil. Çünkü, müziği çoğu zaman terapi amaçlı kullanırım ve bu terapi şarkıları dönem dönem değişim de gösterebilir. Boş vakitte, yolda, çalışırken öylesine bir ritm olsun diye değil, bizzat tedavi amaçlı dinlediğim şarkılar var. Hatta bazılarını Spotify'da "Morallik" isimli listemde toparlamıştım. Birkaç örnek vermek gerekirse:

*Eğer zaten mutluysam: Beirut favorilerimdendir. Özellikle, Elephant Gun, Sunday Smile, Nantes. Hepsini peş peşe dinleyip mutluluğuma mutluluk katarım.

*Eğer nötr bir halde, fakat çabucak mutlu olmam gerekiyorsa: Muse! Starlight, Uprising, New Born, bir daha Starlight, bir daha New Born :) Bunları dinleyip de canlanamadıysam mutlaka ciddi bir sıkıntım var demektir.

*Eğer dans etmeye uygun bir ortamdaysam (mesela evimde): Shakira

*Bonus olarak, Euro 2008 zamanlarından akıllarda kalan bir şarkı ile kapanışı yapayım. Yaşı tutanlar bilirler :) 

Mutlu haftalar!

Helldorado - A Drinking Song

Sunday, September 25, 2016

İmece Meydan Okuması / Eve Dön, Bloguna Dön!


Merhaba!

Aradan aylar geçmiş. -miş diyorum, çünkü bazen farkına varamıyoruz ne çok zaman geçtiğinin. Hem fiziksel, hem ruhsal olarak buralarda değildim sevgili dostlar, okurlar, komşular. Bu uzun süreç hakkında, ilerleyen zamanlarda kısa kısa bahsederim. Ama yukarıdaki fotoğraf bir miktar fikir verebilir. Fotoğraf demişken; blog paylaşımlarından da bilenler vardır, fotoğraf benim en büyük tutkularımdan. Hem yoğun istek üzerine, hem de fotoğraf bilgimi/görgümü artırabilmek adına Instagram hesabı açtım. Sayfama "a_fe_de" kullanıcı adından ulaşabilirsiniz.

Başlıkta da yazdığım gibi "Eve Dön, Bloguna Dön!" sloganıyla geliyorum bu defa. Umarım sürekli olur, daimi olur. 



Uzun süre ara verince, biraz "evin yolunu kaybetmiş çocuk" modundayım. Yolu bulmaya çalışırken, sevgili blog komşularım Zihin ve MariPosa ile bir meydan okumaya başlamaya karar verdik. Zihin'in blogunu takip edenler bilirler. Kendisi "meydanokumacıbaşı"dır. Detaylı bilgiye şuradan ulaşabilirsiniz. Bu defa 10 soruluk, mini meydan okuma. Tam anlamıyla; sıkmayan, yormayan, evlere döndüren cinsten. Katılmak isteyenler olursa, 26 Eylül Pazartesi başlıyoruz.

Mutlu pazarlar dilerken, bu yıl en çok dinlediğim Türkçe şarkıyı çalıyorum.

"Olsun" demek hiç bir zaman zor olmasın. 

Sevgiler,
afd

Pilli Bebek - Olsun

Friday, September 23, 2016

Okul Yolu


Yazın son demleri yayla çok güzel olur. Annesine küsüp ağlayan, sonra da bir anda hırçınlığı bitirip gülümseyen çocuğa benzer havalar. Gök gürültüsü eşliğinde kapkara bulutlar sarar bir anda her yanı. Hızlı hızlı, adeta öfkeyle yağar yağmur. Sonra bir bakarsın, yağmur dinmiş güneş açmış. Kavurucu yaz sıcaklarının bitişini müjdeleyen bu ikindi yağmurlarının etkisi akşama da yansır. Hoş bir serinlik getirir. Çok üşütmez ama dışarıda otururken ince bir hırka giydirir.

Böyle güzel bir akşamda aldım Işıl’ın mesajını. Sanki telefondan değil de yıllar öncesinden gönderilmiş bir hatırlatma notu gibiydi.
-Nerede kaldın? Okula geç kalıyoruz. Şaka :) Nasılsın?

***

İnsan hayatında bazı dönemler vardır. Üzerinden hayli vakit geçmesine rağmen, akla gelince tebessümleri de beraberinde getirir. Hatırlaması da konuşması da çok zevklidir. Hatta sadece dönemleri değil, bu dönemleri beraber geçirdiğimiz kişileri de farklı bir yere konumlandırırız.  

Bana göre bu dönem, lise yılları demektir. Çocukluktan çıkılmış ama masumiyeti hala bizimledir. Henüz yetişkin bir birey olunmadığından kaynaklı üzerimizde ağır bir sorumluluk da taşımıyoruzdur. Üstelik henüz meslekî ayrıma da gitmemişiz. Dolayısıyla ufkumuz alabildiğine geniş, hayallerimiz tertemizdir.

***

Işıl ile arkadaşlığımız liseye dayanır. Sadece lise arkadaşım diyemem onun için. Çünkü o benim yol arkadaşımdı aynı zamanda. Nasıl başladığını bir türlü hatırıma getiremediğim bir arkadaşlık. Aynı mahallede oturduğumuzu, ikimizin de aynı güzergâhtan yürüdüğümüzü nasıl öğrenmiştik… Hiç bilmiyorum. Muhtemelen bir sabah yolda karşılaşıp, bundan sonra birlikte yürümeye karar vermiştik.  

Yol arkadaşlığı, özellikle de okul yolu arkadaşlığı bambaşkadır. Sabahın ilk ışıkları, muhtemelen sadece anne ile vedalaşarak apar topar yola çıkılmıştır. Sonra belli bir yerde buluşarak ya da evlerin konumuna göre biri diğerini alarak okula doğru yola koyulurlar. Mesafeye, hava koşullarına göre okula varış süresi değişir. Ama değişmeyen bir şey, yol boyu yapılan muhabbetlerdir.

Sabahın köründe ne konuşulur demeyin. O sohbetler adeta güne hazırlık olurdu bizim için. Aslına bakılırsa, fazla ortak noktamız da yoktu. Yolumuz, güzel bir geleceğe dair hayallerimiz, kırmızı-yeşil kareli okul eteklerimiz, ha bir de tuttuğumuz takım Beşiktaş ortaktı.

***

Her sabahın gündemi farklı olurdu. Pazartesi sabahı, haftasonunun nasıl geçtiğini konuştuysak; Salı sabahı o günkü Matematik sınavına odaklanırdık. Çarşamba sabahı gündem, havaların artık ne zaman serinleyeceği ise,  Perşembe’leri o haftanın çok uzun geldiğinden yakınırdık. Cuma sabahları, haftanın sonuna geldiğimizden, yüzümüzde güller açarak, uçarcasına arşınlardık yolu.

Bazı sabahlar konuk yolcular katılırdı bize. Şans eseri yolumuzun kesiştiği okul arkadaşlarımız, yalnız yürümekten çekinenler, uyuyakaldığı için okula gecikmekten usanıp çareyi yol arkadaşlığında arayanlar, aramıza yeni katılmış bir arkadaşla muhabbet ortamı oluşturmak isteyen sevgili adayları… Vs. Bazen iki kişi girerdik okul kapısından, bazen kalabalık bir grup halinde.

Sadece aynı yolu adımlamak değildi yol arkadaşlığı. Olası aksiliklere beraber karşılık vermekti aynı zamanda. Ansızın bastıran yağmurda sığınacak yer aramak, oyun oynama gayesiyle peşimizden koşturan sokak köpeklerinden kaçmak, okula geç kaldığımızda nöbetçi müdür muavinine beraber hesap verebilmekti.

***

Mevsimler değişti, yıllar geçti, lise bitti. Bizler üniversiteli olup farklı şehirlere dağıldık. Işıl ile iletişimimiz de bir şekilde kesildi. Tıpkı yol arkadaşlığımızın nasıl başladığını anımsayamadığım gibi bunun nedenini de hatırlayamıyorum.

Aslında yollar bitmemişti, farklı ara sokakları tercih etmiştik. Bu ara sokaklar başka yollara çıkmış, karşımıza başka yol arkadaşları çıkarmıştı. Bazen aynı, bazen farklı konularda muhabbet etmiş, bazen de konuşacak hiç bir şey bulamayıp sadece susmuştuk.

***

Şimdi, Işıl ile yollarımızı tekrar kesiştiren mesaja bakarken; liseden bu yana geçen yılları, yürüdüğüm yolları düşünüyorum. Anlatacak o kadar çok şey var ki; hangisinden başlayacağımı bulamıyorum.

Öncelikle buruk bir özür dilemeliyim. Saptığımız ara sokaklarda hayat telaşına kapılıp, izimizi kaybettiğimiz için. Sonra da üniversiteden başlarım anlatmaya. Okulumun sarmaşıklı binasından bahsederim. Dümdüz lise yolumuzun aksine üniversitenin yokuşlu yolundan, bu yoldan sahile her inişimde farklı hayaller kurduğumdan bahsederim. Bu hayallerin bazılarının gerçekleştiğini, bazılarının o yokuştan inip çıkan başka insanların hayallerine karıştığını anlatırım. Sonra mezun olmaktan, iş hayatından laf açılır. Büyük şehirde yaşamanın dezavantajı olarak her yere araba ile gidildiğinden, eskiye göre çok az yürüyebildiğimden dert yanarım. Fakat hala önemli bir karar vereceksem, mutlaka yürüyüşe çıktığımı da eklerim. Kötü geçen sezonların ardından, nihayet geçen yıl şampiyon olan Beşiktaş’ı da anarız muhakkak. Beşiktaş’ın makûs talihi bile dönebildiyse, demek ki hayatta her şeyin yoluna girebileceğini düşünür, durup dururken umutlanırız. Yeni stadın güzelliğinden bahseder, belki bir gün beraber maça gitmek üzere sözleşiriz.

***

-Neden telefonuna bakıp duruyorsun kızım? Kötü bir haber mi geldi?

Annemin seslenmesiyle farkına varıyorum, aklımdan geçen film şeridinin.

-İyiyim arkadaşım, sen nasılsın? Uzun zaman oldu görüşmeyeli. Neler yapıyorsun?
-Belimden rahatsızım biraz, onun dışında iyiyim.
-Geçmiş olsun. Yine yürüyüş yapalım mı? Belki iyi gelir.