Friday, September 23, 2016

Okul Yolu


Yazın son demleri yayla çok güzel olur. Annesine küsüp ağlayan, sonra da bir anda hırçınlığı bitirip gülümseyen çocuğa benzer havalar. Gök gürültüsü eşliğinde kapkara bulutlar sarar bir anda her yanı. Hızlı hızlı, adeta öfkeyle yağar yağmur. Sonra bir bakarsın, yağmur dinmiş güneş açmış. Kavurucu yaz sıcaklarının bitişini müjdeleyen bu ikindi yağmurlarının etkisi akşama da yansır. Hoş bir serinlik getirir. Çok üşütmez ama dışarıda otururken ince bir hırka giydirir.

Böyle güzel bir akşamda aldım Işıl’ın mesajını. Sanki telefondan değil de yıllar öncesinden gönderilmiş bir hatırlatma notu gibiydi.
-Nerede kaldın? Okula geç kalıyoruz. Şaka :) Nasılsın?

***

İnsan hayatında bazı dönemler vardır. Üzerinden hayli vakit geçmesine rağmen, akla gelince tebessümleri de beraberinde getirir. Hatırlaması da konuşması da çok zevklidir. Hatta sadece dönemleri değil, bu dönemleri beraber geçirdiğimiz kişileri de farklı bir yere konumlandırırız.  

Bana göre bu dönem, lise yılları demektir. Çocukluktan çıkılmış ama masumiyeti hala bizimledir. Henüz yetişkin bir birey olunmadığından kaynaklı üzerimizde ağır bir sorumluluk da taşımıyoruzdur. Üstelik henüz meslekî ayrıma da gitmemişiz. Dolayısıyla ufkumuz alabildiğine geniş, hayallerimiz tertemizdir.

***

Işıl ile arkadaşlığımız liseye dayanır. Sadece lise arkadaşım diyemem onun için. Çünkü o benim yol arkadaşımdı aynı zamanda. Nasıl başladığını bir türlü hatırıma getiremediğim bir arkadaşlık. Aynı mahallede oturduğumuzu, ikimizin de aynı güzergâhtan yürüdüğümüzü nasıl öğrenmiştik… Hiç bilmiyorum. Muhtemelen bir sabah yolda karşılaşıp, bundan sonra birlikte yürümeye karar vermiştik.  

Yol arkadaşlığı, özellikle de okul yolu arkadaşlığı bambaşkadır. Sabahın ilk ışıkları, muhtemelen sadece anne ile vedalaşarak apar topar yola çıkılmıştır. Sonra belli bir yerde buluşarak ya da evlerin konumuna göre biri diğerini alarak okula doğru yola koyulurlar. Mesafeye, hava koşullarına göre okula varış süresi değişir. Ama değişmeyen bir şey, yol boyu yapılan muhabbetlerdir.

Sabahın köründe ne konuşulur demeyin. O sohbetler adeta güne hazırlık olurdu bizim için. Aslına bakılırsa, fazla ortak noktamız da yoktu. Yolumuz, güzel bir geleceğe dair hayallerimiz, kırmızı-yeşil kareli okul eteklerimiz, ha bir de tuttuğumuz takım Beşiktaş ortaktı.

***

Her sabahın gündemi farklı olurdu. Pazartesi sabahı, haftasonunun nasıl geçtiğini konuştuysak; Salı sabahı o günkü Matematik sınavına odaklanırdık. Çarşamba sabahı gündem, havaların artık ne zaman serinleyeceği ise,  Perşembe’leri o haftanın çok uzun geldiğinden yakınırdık. Cuma sabahları, haftanın sonuna geldiğimizden, yüzümüzde güller açarak, uçarcasına arşınlardık yolu.

Bazı sabahlar konuk yolcular katılırdı bize. Şans eseri yolumuzun kesiştiği okul arkadaşlarımız, yalnız yürümekten çekinenler, uyuyakaldığı için okula gecikmekten usanıp çareyi yol arkadaşlığında arayanlar, aramıza yeni katılmış bir arkadaşla muhabbet ortamı oluşturmak isteyen sevgili adayları… Vs. Bazen iki kişi girerdik okul kapısından, bazen kalabalık bir grup halinde.

Sadece aynı yolu adımlamak değildi yol arkadaşlığı. Olası aksiliklere beraber karşılık vermekti aynı zamanda. Ansızın bastıran yağmurda sığınacak yer aramak, oyun oynama gayesiyle peşimizden koşturan sokak köpeklerinden kaçmak, okula geç kaldığımızda nöbetçi müdür muavinine beraber hesap verebilmekti.

***

Mevsimler değişti, yıllar geçti, lise bitti. Bizler üniversiteli olup farklı şehirlere dağıldık. Işıl ile iletişimimiz de bir şekilde kesildi. Tıpkı yol arkadaşlığımızın nasıl başladığını anımsayamadığım gibi bunun nedenini de hatırlayamıyorum.

Aslında yollar bitmemişti, farklı ara sokakları tercih etmiştik. Bu ara sokaklar başka yollara çıkmış, karşımıza başka yol arkadaşları çıkarmıştı. Bazen aynı, bazen farklı konularda muhabbet etmiş, bazen de konuşacak hiç bir şey bulamayıp sadece susmuştuk.

***

Şimdi, Işıl ile yollarımızı tekrar kesiştiren mesaja bakarken; liseden bu yana geçen yılları, yürüdüğüm yolları düşünüyorum. Anlatacak o kadar çok şey var ki; hangisinden başlayacağımı bulamıyorum.

Öncelikle buruk bir özür dilemeliyim. Saptığımız ara sokaklarda hayat telaşına kapılıp, izimizi kaybettiğimiz için. Sonra da üniversiteden başlarım anlatmaya. Okulumun sarmaşıklı binasından bahsederim. Dümdüz lise yolumuzun aksine üniversitenin yokuşlu yolundan, bu yoldan sahile her inişimde farklı hayaller kurduğumdan bahsederim. Bu hayallerin bazılarının gerçekleştiğini, bazılarının o yokuştan inip çıkan başka insanların hayallerine karıştığını anlatırım. Sonra mezun olmaktan, iş hayatından laf açılır. Büyük şehirde yaşamanın dezavantajı olarak her yere araba ile gidildiğinden, eskiye göre çok az yürüyebildiğimden dert yanarım. Fakat hala önemli bir karar vereceksem, mutlaka yürüyüşe çıktığımı da eklerim. Kötü geçen sezonların ardından, nihayet geçen yıl şampiyon olan Beşiktaş’ı da anarız muhakkak. Beşiktaş’ın makûs talihi bile dönebildiyse, demek ki hayatta her şeyin yoluna girebileceğini düşünür, durup dururken umutlanırız. Yeni stadın güzelliğinden bahseder, belki bir gün beraber maça gitmek üzere sözleşiriz.

***

-Neden telefonuna bakıp duruyorsun kızım? Kötü bir haber mi geldi?

Annemin seslenmesiyle farkına varıyorum, aklımdan geçen film şeridinin.

-İyiyim arkadaşım, sen nasılsın? Uzun zaman oldu görüşmeyeli. Neler yapıyorsun?
-Belimden rahatsızım biraz, onun dışında iyiyim.
-Geçmiş olsun. Yine yürüyüş yapalım mı? Belki iyi gelir.


2 comments:

  1. Masalsı yazı, güzel yazı. Çatılar gitmemeli bu hayattan okulda bu çatılardan ama vakit belli her şey değişmeli.

    ReplyDelete
    Replies
    1. Teşekkürler Atmaca :) Kesinlikle. Yıllar geçse de bazı çatılar hep var olmalı hayatımızda.

      Delete