ön not:
Nergis Serisi -1: Bir Nisan Hikayesi: Ağrı
Nergis Serisi -2: Mayıs Kuruntuları
Nergis Serisi -3: Azad
Nergis Serisi -4: Keskin Sirke
Herhangi bir şeye karşı duyulan aşırı tutkunun eseri midir, yoksa kişinin benliğindeki öfkenin meyvesi niteliğinde midir?
Peki bir insanı hırslı kılan sebepler neler olabilir? Hiç düşündünüz mü?
- Nesilden nesile taşınan genetik bir mevzu mudur? “Zaten bunun babası da böyleydi” gibi klişe bir laf ile geçiştirilebilir mi?
- Çevre baskıları olabilir mi? Henüz ilkokul çağlarında minicik çocukları yarışa koşarcasına gazlayan, kendi elleriyle hırsın pençesine teslim eden ebeveynler mesela...
- Mecburi faktörler? Peş peşe başarısız olunan sınavların ardından, sınıfı geçebilmek gayesiyle tutuşmak gibi...
- İnat!
Kişilere ve ortamlara bağlı olarak bu sebepler, artar da artar.
***
Toroslarda yaşayan, hayatını sirke yapıp satarak sürdüren bir adam vardı; Şevket Ağa. "Sirke" denilince, yörede akla gelen ilk isimdi. Atadan kalma bahçesinde, her tür meyve ağacına rastlamak mümkündü. Fakat; en büyük ilgiyi, en verimli topraklarını feda ettiği üzüm bağları ile elma ağaçlarına gösterirdi pek tabi. Ne de olsa ekmek teknesiydi.
İlkbahar-yaz sezonunda, üzümler hayatının merkezine otururdu. Her yıl en az beş çeşit üzüm yetiştirir. Yoğun ısrarlara rağmen sadece ufak bir miktarını yemelik ayırır, kalan tüm hasatı sirke yapımı için tahsis ederdi. En az 4-5 ay üzüm ile yatar uzüm ile kalkardı Şevket Ağa. Gözü başka birsey görmez, çevresinde olup bitenle ilgilenmezdi. Hatta, yıllar önce eşi Safiye Hanım'ın amansız bir hastalığa yakalanıp birkaç ay içinde vefat etmesi de hazin bir şekilde, üzüm sezonuna rastlamıştır. Belki de bundan sebep, Şevket Ağa'nın daha bir vurdumduymaz hale geldiği düşünülmektedir, eş-dost camiasınca.
Titizliği ile nam salmış Şevket Ağa, onca mala, mülke, servete karşın yanında pek işçi de çalıstırmaz; bütün işlere kendi koşardı.
Üzüm sezonu biter bitmez, elma sezonu kapısını çalar henüz bağ yorgunluğunu atamamış Şevket Ağa'nın. Hoş, Şevket Ağa'nın yorgunluk atmak gibi bir gayesi de yoktur ya! Belki de işine gelmektedir, bu başı sonu gelmez yoğunluklar... Günler günleri, aylar ayları kovalar. Ürünler yetişir, toplanır, ayrıştırılır, sirkeler hazırlanır. Şirketlerle görüşülüp satış fiyatları belirlenir, pazarlıklar yapılır. Dağıtım için nakliyecilerle anlaşılır. Dünya döner, mevsimler değişir, hayat devam eder. Ertesi yıl olur. Şevket Ağa, sanki mesleğe başladığı ilk yılmışcasına bir hırsla aynı döngüye başlar, bitirir, başlar, bitirir.
Hayat... Bazen pek de hesap kitap tanımıyor işte. Kırk yıllık düzenin önüne bir taş çıkabiliyor, nereden geldiği hakkında en ufak bir tahmin olmaksızın. Kimi zaman bir taş, kimi zaman da ansızın çalan bir telefon.
Kışın yoğun geçtiği günlerden bir gün, telefonu çaldı Şevket Ağa'nın. "Acaba hangi sirke şirketi ki?" diyerek açtı. Fakat, pek de beklediği türden bir telefon değildi.
-"Baba, benim Ahmet. Şevket Can'ı kaybettik. Cenazeyi yarın kaldırıyoruz."
Oğlu Ahmet, acı haberi verip kapatmıştı telefonu. Fakat; Şevket Ağa dakikalarca donduğu yerden kıpırdayamadı. Az önce duyduğu haberi ölçüp biçiyordu. Cümleyi kelimelere ayırıp idrak etmeye çalışıp, sonra tekrar topluyordu. Ama olmuyordu! Bir türlü kabullenemiyordu durumu. Torunu, birtanecik Şevket Can vefat etmişti!
Ancak birkaç saat sonra kendine gelebildi. Evet, torunu Şevket Can vefat etmişti. Çok değil, 3-4 ay önce aramıştı Ahmet. Şevket Can'ın durmadan hastalanmasının sebebi sonunda ortaya çıkmıştı, konan teşhis ise kan kanseriydi. Ne hikmetse, yine çok yoğun olduğu bir hasat dönemine denk gelmesinden sebep, fazla üzerinde duramamıştı bu haberin. Gecikmeli de olsa beyninden vurulmuşa döndü Şevket Ağa. Yılların umursamazlık birikimi, bir telefon ile ortaya çıkmıştı adeta. Daha fazla vakit kaybetmeden hazırlanıp yola düştü, oğlu Ahmet'in şehirdeki evine doğru.
Oğlu ile sarılmadan evvel bir anlık duraksama geçti aralarında. O duraksamada tek kelime etmese de Ahmet, içinden geçen sözler babasının kulağına ulaşmıştı.
"Neredeydin baba? Önce annem, şimdi de Şevket Can. Eriyip giderken sen neredeydin?"
Sese bürünmeyen bu cümle, Şevket Ağa'nın -yıllardır hiçbir sirkenin delemediği- küpünü delen keskinlikteydi. Küp delinince sirkecilik mesleğinden de bitmek tükenmek bilmeyen hırsından da soğuyan Şevket Ağa, bağı bahçeyi halka açtı. Delinen küpün tamiri mümkün değildi, bari varlığından birileri sebeplensindi.
***
Azad'ın ardından bir hissizlik hasıl oldu Nergis'e. Belki de birşeyleri koyvermenin rahatlığıydı. Yahut, zorlayarak da olsa içinden söküp attığı parçaların boşluğuydu.
Rutin bir iş günüydü, nasıl olduysa Serhat çıkageldi. Yine surat beş karış. Tabir-i caizse; sirke satıyor! Selam dahi vermeden bir sandalye çekip oturdu. Çok geçmeden başka şubelerden çalışanlar da gelmeye başladı. Meğer, o sabah şehirdeki 4 şube, merkeze toplantıya çağırılmıştı acilen. Olağanüstü hal toplantısıydı besbelli. Çok geçmeden durum anlaşıldı. Çalıştıkları şirket, ekonomik kriz dolayısıyla küçülmeye gidiyordu. Böylelikle 4 şube, çalışan sayısını azaltarak merkezden çalışacaktı bundan gayrı.
Herkeste soğuk duş etkisi yapan bu haber, Nergis'in yüreğine kor gibi oturdu. Hep beraber çalışılacaktı! Çalışmasına çalışırdı da, Nergis'in ezelden beri tahammülü yoktu; etrafında asık suratlı birilerini görmeye. Bu sevimsiz güruha bir de Serhat eklenince, zaten yeterince sıkıcı olan muhasebe işi daha bir çekilmez hale dönüşecekti Nergis için. Halbuki bir zamanlar ne emekler vermişti, bu sirke satan çehreyi gülümser hale getirebilmek için.
Gel zaman, git zaman... İnsanoğlu bir şekilde herşeye alışıyor. Nergis de Serhat ile aynı büroda çalışmaya alışıyor gibiydi. Daha evvelki hissizlik, yerini hafiften ferahlamaya bırakıyordu sanki. Ay sonu tahsilat kontrollerini bitirdikten sonra bir fincan keyif çayı doldurdu Nergis. Satış ofisine geçti. Serhat ve diğer satış temsilcilerinin çalıştığı ofise. Ekipten arkadaşlarıyla selamlaşıp, biraz lafladı. Sonra Serhat'ın masasına doğru yöneldi. Eski zamanların hatrına, en azından bir "nasılsın" deme isteği duymuştu. Yanına birinin yaklaştığını farketmedi bile Serhat. Sigaranın birini söndürmeden diğerini yakıyordu. Zaten hırslı olan bünyesi, son kriz dalgasıyla birlikte, hepten sarsılmıştı anlaşılan. Genç yaşına rağmen ağarmaya başlayan saçları ve hırstan kocaman olmuş, kızarmış gözleriyle karşısında duran, Serhat olamazdı. Tek kelime edemeden kendi odasına döndü Nergis. Güya biraz keyiflenmek niyetiyle doldurduğu çay, buz gibi olmuştu. Fincanı lavaboya boşaltıp masasına, işinin başına geçti. İçinde kuvvetli bir sızı hissediyordu. Herşeye rağmen, hala onun için üzülebildiğine inanamıyordu!
***
Nergis, Serhat'ın vaziyetini aklından çıkaramadı akşama kadar. Eve dönüş yolunda, otobüsten erken inip yürümeyi tercih etti; bir nebze olsun içindeki sıkıntıyı atabilmek umuduyla. Çökmeye başlayan akşam serinliği ve kulaklığından yayılan müzikler biraz yatıştırabilmişti Nergis'i. "Herşeye rağmen, yaşamaya değer birşeyler olmalı" düşüncesiyle apartman kapısına yönelmişti ki; hemen sol tarafta mutlulukla parlayan bir çift göz farketti. Tabi ki Basiret Hala idi pencereden sarkan!
-"Nergiiiiiisss! Hoşgeldin yavrum..."
"Aradığım güzellik, Basiret Hala'da gizli olsa gerek" diye içinden geçirerek selam verdi Nergis:
-"Halacığım, iyi akşamlar. Nasılsınız?"
-"Akşam yemeğine oturmak üzereydim. Buyurmaz mısın?"
Böylesi nazik bir daveti reddetmek mümkün mü?! Kendi evine uğramadan, soluğu Basiret Hala'da aldı Nergis. Ellerini yıkayıp mutfakta salata sosu hazırlayan Basiret Hala'nın yanına geçti.
-"Nergisciğim günün nasıl geçti?
-"Her zamanki gibi hala. Yorucu ve biraz sıkıcı."
-"Hayırdır kızım! Nedir canını sıkan? Sana zahmet, şu sirkeyi bana uzatabilir misin?"
Salata ile sürahiyi de alıp masaya geçtiler, karşılıklı oturdular. Basiret Hala bir yandan Nergis'in işyerindeki gelişmeleri dinliyor, bir yandan da salatayı karıştırıyordu. Tuhaf bir koku geldi burnuna. Nergis'ten önce davranıp salatanın tadına bakma ihtiyacı hissetti. Suratında buruşuk bir ifadeyle:
-"Nergisciğim lafını kesiyorum ama salataya döktüğümüz sirkenin tadı epey keskinmiş. Aman ekmeksiz yemeyelim kızım, midemize dokunmasın."
İlkbahar-yaz sezonunda, üzümler hayatının merkezine otururdu. Her yıl en az beş çeşit üzüm yetiştirir. Yoğun ısrarlara rağmen sadece ufak bir miktarını yemelik ayırır, kalan tüm hasatı sirke yapımı için tahsis ederdi. En az 4-5 ay üzüm ile yatar uzüm ile kalkardı Şevket Ağa. Gözü başka birsey görmez, çevresinde olup bitenle ilgilenmezdi. Hatta, yıllar önce eşi Safiye Hanım'ın amansız bir hastalığa yakalanıp birkaç ay içinde vefat etmesi de hazin bir şekilde, üzüm sezonuna rastlamıştır. Belki de bundan sebep, Şevket Ağa'nın daha bir vurdumduymaz hale geldiği düşünülmektedir, eş-dost camiasınca.
Titizliği ile nam salmış Şevket Ağa, onca mala, mülke, servete karşın yanında pek işçi de çalıstırmaz; bütün işlere kendi koşardı.
Üzüm sezonu biter bitmez, elma sezonu kapısını çalar henüz bağ yorgunluğunu atamamış Şevket Ağa'nın. Hoş, Şevket Ağa'nın yorgunluk atmak gibi bir gayesi de yoktur ya! Belki de işine gelmektedir, bu başı sonu gelmez yoğunluklar... Günler günleri, aylar ayları kovalar. Ürünler yetişir, toplanır, ayrıştırılır, sirkeler hazırlanır. Şirketlerle görüşülüp satış fiyatları belirlenir, pazarlıklar yapılır. Dağıtım için nakliyecilerle anlaşılır. Dünya döner, mevsimler değişir, hayat devam eder. Ertesi yıl olur. Şevket Ağa, sanki mesleğe başladığı ilk yılmışcasına bir hırsla aynı döngüye başlar, bitirir, başlar, bitirir.
Hayat... Bazen pek de hesap kitap tanımıyor işte. Kırk yıllık düzenin önüne bir taş çıkabiliyor, nereden geldiği hakkında en ufak bir tahmin olmaksızın. Kimi zaman bir taş, kimi zaman da ansızın çalan bir telefon.
Kışın yoğun geçtiği günlerden bir gün, telefonu çaldı Şevket Ağa'nın. "Acaba hangi sirke şirketi ki?" diyerek açtı. Fakat, pek de beklediği türden bir telefon değildi.
-"Baba, benim Ahmet. Şevket Can'ı kaybettik. Cenazeyi yarın kaldırıyoruz."
Oğlu Ahmet, acı haberi verip kapatmıştı telefonu. Fakat; Şevket Ağa dakikalarca donduğu yerden kıpırdayamadı. Az önce duyduğu haberi ölçüp biçiyordu. Cümleyi kelimelere ayırıp idrak etmeye çalışıp, sonra tekrar topluyordu. Ama olmuyordu! Bir türlü kabullenemiyordu durumu. Torunu, birtanecik Şevket Can vefat etmişti!
Ancak birkaç saat sonra kendine gelebildi. Evet, torunu Şevket Can vefat etmişti. Çok değil, 3-4 ay önce aramıştı Ahmet. Şevket Can'ın durmadan hastalanmasının sebebi sonunda ortaya çıkmıştı, konan teşhis ise kan kanseriydi. Ne hikmetse, yine çok yoğun olduğu bir hasat dönemine denk gelmesinden sebep, fazla üzerinde duramamıştı bu haberin. Gecikmeli de olsa beyninden vurulmuşa döndü Şevket Ağa. Yılların umursamazlık birikimi, bir telefon ile ortaya çıkmıştı adeta. Daha fazla vakit kaybetmeden hazırlanıp yola düştü, oğlu Ahmet'in şehirdeki evine doğru.
Oğlu ile sarılmadan evvel bir anlık duraksama geçti aralarında. O duraksamada tek kelime etmese de Ahmet, içinden geçen sözler babasının kulağına ulaşmıştı.
"Neredeydin baba? Önce annem, şimdi de Şevket Can. Eriyip giderken sen neredeydin?"
Sese bürünmeyen bu cümle, Şevket Ağa'nın -yıllardır hiçbir sirkenin delemediği- küpünü delen keskinlikteydi. Küp delinince sirkecilik mesleğinden de bitmek tükenmek bilmeyen hırsından da soğuyan Şevket Ağa, bağı bahçeyi halka açtı. Delinen küpün tamiri mümkün değildi, bari varlığından birileri sebeplensindi.
***
Azad'ın ardından bir hissizlik hasıl oldu Nergis'e. Belki de birşeyleri koyvermenin rahatlığıydı. Yahut, zorlayarak da olsa içinden söküp attığı parçaların boşluğuydu.
Rutin bir iş günüydü, nasıl olduysa Serhat çıkageldi. Yine surat beş karış. Tabir-i caizse; sirke satıyor! Selam dahi vermeden bir sandalye çekip oturdu. Çok geçmeden başka şubelerden çalışanlar da gelmeye başladı. Meğer, o sabah şehirdeki 4 şube, merkeze toplantıya çağırılmıştı acilen. Olağanüstü hal toplantısıydı besbelli. Çok geçmeden durum anlaşıldı. Çalıştıkları şirket, ekonomik kriz dolayısıyla küçülmeye gidiyordu. Böylelikle 4 şube, çalışan sayısını azaltarak merkezden çalışacaktı bundan gayrı.
Herkeste soğuk duş etkisi yapan bu haber, Nergis'in yüreğine kor gibi oturdu. Hep beraber çalışılacaktı! Çalışmasına çalışırdı da, Nergis'in ezelden beri tahammülü yoktu; etrafında asık suratlı birilerini görmeye. Bu sevimsiz güruha bir de Serhat eklenince, zaten yeterince sıkıcı olan muhasebe işi daha bir çekilmez hale dönüşecekti Nergis için. Halbuki bir zamanlar ne emekler vermişti, bu sirke satan çehreyi gülümser hale getirebilmek için.
Gel zaman, git zaman... İnsanoğlu bir şekilde herşeye alışıyor. Nergis de Serhat ile aynı büroda çalışmaya alışıyor gibiydi. Daha evvelki hissizlik, yerini hafiften ferahlamaya bırakıyordu sanki. Ay sonu tahsilat kontrollerini bitirdikten sonra bir fincan keyif çayı doldurdu Nergis. Satış ofisine geçti. Serhat ve diğer satış temsilcilerinin çalıştığı ofise. Ekipten arkadaşlarıyla selamlaşıp, biraz lafladı. Sonra Serhat'ın masasına doğru yöneldi. Eski zamanların hatrına, en azından bir "nasılsın" deme isteği duymuştu. Yanına birinin yaklaştığını farketmedi bile Serhat. Sigaranın birini söndürmeden diğerini yakıyordu. Zaten hırslı olan bünyesi, son kriz dalgasıyla birlikte, hepten sarsılmıştı anlaşılan. Genç yaşına rağmen ağarmaya başlayan saçları ve hırstan kocaman olmuş, kızarmış gözleriyle karşısında duran, Serhat olamazdı. Tek kelime edemeden kendi odasına döndü Nergis. Güya biraz keyiflenmek niyetiyle doldurduğu çay, buz gibi olmuştu. Fincanı lavaboya boşaltıp masasına, işinin başına geçti. İçinde kuvvetli bir sızı hissediyordu. Herşeye rağmen, hala onun için üzülebildiğine inanamıyordu!
***
Nergis, Serhat'ın vaziyetini aklından çıkaramadı akşama kadar. Eve dönüş yolunda, otobüsten erken inip yürümeyi tercih etti; bir nebze olsun içindeki sıkıntıyı atabilmek umuduyla. Çökmeye başlayan akşam serinliği ve kulaklığından yayılan müzikler biraz yatıştırabilmişti Nergis'i. "Herşeye rağmen, yaşamaya değer birşeyler olmalı" düşüncesiyle apartman kapısına yönelmişti ki; hemen sol tarafta mutlulukla parlayan bir çift göz farketti. Tabi ki Basiret Hala idi pencereden sarkan!
-"Nergiiiiiisss! Hoşgeldin yavrum..."
"Aradığım güzellik, Basiret Hala'da gizli olsa gerek" diye içinden geçirerek selam verdi Nergis:
-"Halacığım, iyi akşamlar. Nasılsınız?"
-"Akşam yemeğine oturmak üzereydim. Buyurmaz mısın?"
Böylesi nazik bir daveti reddetmek mümkün mü?! Kendi evine uğramadan, soluğu Basiret Hala'da aldı Nergis. Ellerini yıkayıp mutfakta salata sosu hazırlayan Basiret Hala'nın yanına geçti.
-"Nergisciğim günün nasıl geçti?
-"Her zamanki gibi hala. Yorucu ve biraz sıkıcı."
-"Hayırdır kızım! Nedir canını sıkan? Sana zahmet, şu sirkeyi bana uzatabilir misin?"
Salata ile sürahiyi de alıp masaya geçtiler, karşılıklı oturdular. Basiret Hala bir yandan Nergis'in işyerindeki gelişmeleri dinliyor, bir yandan da salatayı karıştırıyordu. Tuhaf bir koku geldi burnuna. Nergis'ten önce davranıp salatanın tadına bakma ihtiyacı hissetti. Suratında buruşuk bir ifadeyle:
-"Nergisciğim lafını kesiyorum ama salataya döktüğümüz sirkenin tadı epey keskinmiş. Aman ekmeksiz yemeyelim kızım, midemize dokunmasın."
Barış Manço-Ali Yazar Veli Bozar
***
Görsel alıntıdır.
No comments:
Post a Comment