Yazın son
demleri yayla çok güzel olur. Annesine küsüp ağlayan, sonra da bir anda
hırçınlığı bitirip gülümseyen çocuğa benzer havalar. Gök gürültüsü eşliğinde
kapkara bulutlar sarar bir anda her yanı. Hızlı hızlı, adeta öfkeyle yağar
yağmur. Sonra bir bakarsın, yağmur dinmiş güneş açmış. Kavurucu yaz
sıcaklarının bitişini müjdeleyen bu ikindi yağmurlarının etkisi akşama da
yansır. Hoş bir serinlik getirir. Çok üşütmez ama dışarıda otururken ince bir
hırka giydirir.
Böyle güzel
bir akşamda aldım Işıl’ın mesajını. Sanki telefondan değil de yıllar öncesinden
gönderilmiş bir hatırlatma notu gibiydi.
-Nerede kaldın? Okula geç kalıyoruz.
Şaka :) Nasılsın?
***
İnsan
hayatında bazı dönemler vardır. Üzerinden hayli vakit geçmesine rağmen, akla
gelince tebessümleri de beraberinde getirir. Hatırlaması da konuşması da çok
zevklidir. Hatta sadece dönemleri değil, bu dönemleri beraber geçirdiğimiz
kişileri de farklı bir yere konumlandırırız.
Bana göre bu
dönem, lise yılları demektir. Çocukluktan çıkılmış ama masumiyeti hala
bizimledir. Henüz yetişkin bir birey olunmadığından kaynaklı üzerimizde ağır
bir sorumluluk da taşımıyoruzdur. Üstelik henüz meslekî ayrıma da gitmemişiz. Dolayısıyla
ufkumuz alabildiğine geniş, hayallerimiz tertemizdir.
***
Işıl ile
arkadaşlığımız liseye dayanır. Sadece lise arkadaşım diyemem onun için. Çünkü o
benim yol arkadaşımdı aynı zamanda. Nasıl başladığını bir türlü hatırıma
getiremediğim bir arkadaşlık. Aynı mahallede oturduğumuzu, ikimizin de aynı
güzergâhtan yürüdüğümüzü nasıl öğrenmiştik… Hiç bilmiyorum. Muhtemelen bir
sabah yolda karşılaşıp, bundan sonra birlikte yürümeye karar vermiştik.
Yol
arkadaşlığı, özellikle de okul yolu arkadaşlığı bambaşkadır. Sabahın ilk
ışıkları, muhtemelen sadece anne ile vedalaşarak apar topar yola çıkılmıştır.
Sonra belli bir yerde buluşarak ya da evlerin konumuna göre biri diğerini
alarak okula doğru yola koyulurlar. Mesafeye, hava koşullarına göre okula varış
süresi değişir. Ama değişmeyen bir şey, yol boyu yapılan muhabbetlerdir.
Sabahın köründe ne konuşulur demeyin. O sohbetler adeta güne
hazırlık olurdu bizim için. Aslına bakılırsa, fazla ortak noktamız da yoktu. Yolumuz,
güzel bir geleceğe dair hayallerimiz, kırmızı-yeşil kareli okul eteklerimiz, ha
bir de tuttuğumuz takım Beşiktaş ortaktı.
***
Her sabahın
gündemi farklı olurdu. Pazartesi sabahı, haftasonunun nasıl geçtiğini
konuştuysak; Salı sabahı o günkü Matematik sınavına odaklanırdık. Çarşamba
sabahı gündem, havaların artık ne zaman serinleyeceği ise, Perşembe’leri o haftanın çok uzun geldiğinden
yakınırdık. Cuma sabahları, haftanın sonuna geldiğimizden, yüzümüzde güller
açarak, uçarcasına arşınlardık yolu.
Bazı
sabahlar konuk yolcular katılırdı bize. Şans eseri yolumuzun kesiştiği okul
arkadaşlarımız, yalnız yürümekten çekinenler, uyuyakaldığı için okula
gecikmekten usanıp çareyi yol arkadaşlığında arayanlar, aramıza yeni katılmış
bir arkadaşla muhabbet ortamı oluşturmak isteyen sevgili adayları… Vs. Bazen
iki kişi girerdik okul kapısından, bazen kalabalık bir grup halinde.
Sadece aynı
yolu adımlamak değildi yol arkadaşlığı. Olası aksiliklere beraber karşılık
vermekti aynı zamanda. Ansızın bastıran yağmurda sığınacak yer aramak, oyun
oynama gayesiyle peşimizden koşturan sokak köpeklerinden kaçmak, okula geç
kaldığımızda nöbetçi müdür muavinine beraber hesap verebilmekti.
***
Mevsimler
değişti, yıllar geçti, lise bitti. Bizler üniversiteli olup farklı şehirlere
dağıldık. Işıl ile iletişimimiz de bir şekilde kesildi. Tıpkı yol arkadaşlığımızın
nasıl başladığını anımsayamadığım gibi bunun nedenini de hatırlayamıyorum.
Aslında
yollar bitmemişti, farklı ara sokakları tercih etmiştik. Bu ara sokaklar başka
yollara çıkmış, karşımıza başka yol arkadaşları çıkarmıştı. Bazen aynı, bazen farklı
konularda muhabbet etmiş, bazen de konuşacak hiç bir şey bulamayıp sadece
susmuştuk.
***
Şimdi, Işıl
ile yollarımızı tekrar kesiştiren mesaja bakarken; liseden bu yana geçen
yılları, yürüdüğüm yolları düşünüyorum. Anlatacak o kadar çok şey var ki;
hangisinden başlayacağımı bulamıyorum.
Öncelikle
buruk bir özür dilemeliyim. Saptığımız ara sokaklarda hayat telaşına kapılıp,
izimizi kaybettiğimiz için. Sonra da üniversiteden başlarım anlatmaya. Okulumun
sarmaşıklı binasından bahsederim. Dümdüz lise yolumuzun aksine üniversitenin
yokuşlu yolundan, bu yoldan sahile her inişimde farklı hayaller kurduğumdan
bahsederim. Bu hayallerin bazılarının gerçekleştiğini, bazılarının o yokuştan
inip çıkan başka insanların hayallerine karıştığını anlatırım. Sonra mezun
olmaktan, iş hayatından laf açılır. Büyük şehirde yaşamanın dezavantajı olarak
her yere araba ile gidildiğinden, eskiye göre çok az yürüyebildiğimden dert
yanarım. Fakat hala önemli bir karar vereceksem, mutlaka yürüyüşe çıktığımı da
eklerim. Kötü geçen sezonların ardından, nihayet geçen yıl şampiyon olan
Beşiktaş’ı da anarız muhakkak. Beşiktaş’ın makûs talihi bile dönebildiyse,
demek ki hayatta her şeyin yoluna girebileceğini düşünür, durup dururken
umutlanırız. Yeni stadın güzelliğinden bahseder, belki bir gün beraber maça
gitmek üzere sözleşiriz.
***
-Neden telefonuna bakıp duruyorsun
kızım? Kötü bir haber mi geldi?
Annemin seslenmesiyle
farkına varıyorum, aklımdan geçen film şeridinin.
-İyiyim arkadaşım, sen nasılsın? Uzun
zaman oldu görüşmeyeli. Neler yapıyorsun?
-Belimden rahatsızım biraz, onun
dışında iyiyim.
-Geçmiş olsun. Yine yürüyüş yapalım
mı? Belki iyi gelir.
Masalsı yazı, güzel yazı. Çatılar gitmemeli bu hayattan okulda bu çatılardan ama vakit belli her şey değişmeli.
ReplyDeleteTeşekkürler Atmaca :) Kesinlikle. Yıllar geçse de bazı çatılar hep var olmalı hayatımızda.
Delete