Monday, September 2, 2013

Gibi: Eylul Geldi






İnsanı canından bezdiren, hiç bitmeyecekmiş gibi gözdağı veren, tam bitti denilen yerde yeniden başlayan kavurucu bir yazdan da serinlik ve selâmetle sıyrılmak mümkünmüş.

Ufkun üzerinde kurşuni renkli bir süvari alayı. "Caddelerde rüzgâr"lı ilk sonbahar şarkıları. Siyah beyaz kısa bir film. Kestanecinin Ekim'e hazırlanan isli "lüküs lâmbası". İlk yağmur damlası, ilk üşüme, ilk hırka.
Bir şehri terk etmemek için sebepler risalesine eklenen zahriye sayfası gibi, şehrime, bütün şehirlere geldiğinden daha erken, kavrulmuş yapraklar dallarının dibine döne döne düşerken. Olur mu olmaz mı derken olur gibi, gelir mi gelmez mi derken gelir gibi. Kalıcı değil geçici. Ama sonunda Eylül geldi.
Sadece "Orta İkiden Ayrılan Çocuklar"ın değil aklı hâlâ ilkokulda kalmış olanların da mevsim şeritlerinde kayıtlı yılın başıdır Eylül; yılda bir gelir gibi geldi. Sahile inen müzmin âşıklar kadar leylî gözlü kadınların da siyah bir hırkayı sırtlarına attıkları zamandır; kırk yılda bir gelir gibi geldi.
Biraz daha gecikse sanki hiç gelmeyecekmiş gibi. Tam zamanında, ucu ucuna, nefes nefese, haber yetiştirmek uğruna toprağa düşen ulaklar gibi. Haberi var; Eylül geldi.
Bir önsöz'ün hemen yanına iliştirilmiş sonsöz mührü, beklendik bir hüsn-i hatime, umulduk bir göz aydınlığı, eşsiz bir avunmalık gibi geldi. Önsöz ile sonsöz arasında olup biten her şey hiç olmamış gibi. Kaldığı yerden devam eder gibi. Her şey bir noktada toplanmış, Be'nin kapısı açılmış gibi. Masal gemisi kadar Fareli Köyün Kavalcısı da götürdüklerini geri getirmiş gibi. Maziden çıka gelen ama hem de bambaşka biri gibi.
Hiçbir hediye vermeyi aklına getirmeden, hiçbir hediye beklemeyi düşünmeden, hiçbir emanet sözcük takınmadan ağzına, sırtına moda bir renk geçirmeden; sadece kendisi kadar, yalnızca kendisi gibi. Eylül geldi.
Uyanıp uyanıp yazılan sonra unutulan cümleler, kendisinden henüz kopulan bir romanın acısı üzerine inen serinlik selâmet gibi, bitmiş bir romanın üzerinden son kum taşı cilâsı gibi geçe geçe geldi. Vaz geçilmiş bir kaleme yeniden döndürür, şimdiye değin söylenmiş her şeyi bir kez de susturur gibi. Sonra söylemek ile susmak arasında kendi anlattığına insanın kendisi de şaşar gibi. Ne kadar da çok şey varmış anlatacak. Bütün unutulanları hatırlatacak, hatırlananları unutturacak gibi. Eylül geldi.
En güzel hikâyeyi kendisine anlatacak bir Eylül kalmış gibi, en ağır hikâyeyi dinlemek Eylül'ün sırtına kalmış gibi. Çöl satın alıp vahalar bağışlayarak. Geldi. Büyü bozar, dil çözer gibi. Kırk yıllık isimlerin yepyeni bir müsemmasını aşikâr eder gibi. Bundan sonra hiç Eylül olmayacakmış ama bundan sonrası hep de Eylül'müş gibi.
Yüz romanın içinde akan tek ırmak gibi her dem kadim her deltada yeni. Kendisinin farkında değil oysa; kırk parçaya bölünen aynaların sırrını ima etse de gözünde bir gaflet bağıyla güzelim Eylül geldi. Bir yağmur uykusuna düşüp de ağır bir hastalıktan uyanmışım gibi. Bin yıl üzerine ilk kez ağlamış, çileden geçmişim gibi. Ayaklarım suya, başım göğe ermiş gibi. Çünkü Eylül geldi.
"Beni kör kuyularda merdivensiz" bırakmaya bırakmaya, "Denizin ortasında bak yelkensiz" komaya komaya. Karadeniz'in yedi dalgasından, onun ufkunda iki fırtınanın karşılaşmasında kopacak tufandan söz ede ede. Yolcuyu yarı yoldan çevirir gibi, düşmüşü elinden tutup kuyudan çeker gibi. Eylül bana iyi geldi.
Bakmayın bu kadar gibi edatına; Eylül bu, kendisine benzer yine kendisi. Eylül geldi, Eylül gibi.
Yeri gelince senli benli, yeri gelince sizli bizli.
Ama ille de ben'li sen'li.
Eylül gibi, Eylül geldi.
Şimdiye değin nasıl yaşamadıysam, "Bundan sonrası tufan". Benim için hava hoş. Geldiği gibi gider. Gibi: Eylül geldi.


Nazan BEKIROGLU
02 Eylül 2012, Pazar

***

Fotograf: Arzu Fatma Dogan
Yedigoller, Bolu
24 Ekim 2010

No comments:

Post a Comment